‘Yalova’ Kaymakamı’

İÇİŞLERİ Bakanlığı, İstanbul’da 17 ilçe daha kurulmasını istiyor. Böylece kaymakamlık sayısı 49’a yükselecek. Bununla ‘kırmızı çizgiler’ yok edilmek mi isteniyor?

Bugün görevleri ‘budanan’ kaymakamların yetkilerinin çoğu belediye başkanlarında toplanırken,kaymakamlar ne iş yapacaklar; pasaport, nüfus ve tapu işlerini mi? Yerel yönetimler güçlendiriliyor, Kaymakamlık makamları ‘sembolik’ hale getiriliyor. Bugün hangi kaymakam, bir belediye başkanı üzerinde otorite kurabiliyor?

AKP’nin kadrolaşmasından başka bir şey olmayacağı ortada. Bir kaymakamın İl Özel İdaresi’nde hiçbir etkisi yok.

Hangi ilçenin meydanı var da, güzel birer ‘hükümet konağı’ kurulacak? Sonuçta, çirkin adliye binaları gibi 17 ilçe de kiralık yapılarda faaliyet gösterecek.

İdari reform olmadan, kadrolar güçlendirilmeden bunlar ‘gecekondu kaymakamlık’tan öteye geçemeyecektir.

Bir kaymakamın tayini bir muhtarın, bir AKP’li ilçe başkanının dudağı arasındayken göstermelik ‘kırmızı plaka’larla İstanbul’un hangi idari sorununu, çözülecektir acaba? Bu kadar mali yükü devlet karşılayabilecek midir?

Bazı bölgelerde coğrafi nedenlerle tabii ki yeni kaymakamlıklar kurulacaktır ama biraz da olayın ‘dengesini’ düşünmek gerekiyor.

Ha Çemişgezek ha Bakırköy

BAKIRKÖY eski Kaymakamı Kadri Öner, 17 ilçe girişimini gülünç bularak ‘Yeni ilçe yapmak marifet değil, asıl mevcutları takviye etmek gerek... Devlet idaresinde bir kaymakama ne veriliyor; bir şoför, bir yazı işleri müdürü ve eski bir makam aracı... Kaymakamın bugün yardımcısı yoktur; her toplantıda sembolik de olsa bulunmak zorundadır. Bir banka müdürünün bile son model aracı ve bir sürü yardımcısı var. Esas amacın kadrolaşma olduğu anlaşılıyor. Bakırköy Kaymakamlık Binası bugün depreme karşı hálá güçlendirilemedi. Bakırköy veya Kadıköy’den koparılacak yeni idari yapının Çemişgezek’ten ne farkı olabilir? İstanbul’un plansızlık, gecekondu, trafik gibi temel sorunları varken, yeni kaymakamlar İstanbul’a ne kazandıracaktır?’

Rojin’in isyanı

‘YALÇIN Bey, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, çifte standart uyguluyor, sanatçıları boğuyor, iktidar bizlerin kukla sanatçılar olmamızı istiyor’ diyor telefonda Rojin Ülker.

1988’den beri Devlet Tiyatrosu (DT) sanatçısı olduğunu, son üç sezondur Erzurum Devlet Tiyatrosu’nda görev yaptığını anlatan Rojin Ülker, çok kırgın olduğunu söylüyor.

Ülker, başrolünü Ciwan Haco ile paylaşacağı Iraklı ödüllü yönetmen Hiner Salem’in Kürtçe çekeceği bir aşk filmde oynamak için bir ay izin istediğini ancak reddedilmesi üzerine kurumdan istifa ettiğini üzgün bir dille anlatıyor. ‘Neden?’ sorusunu da şöyle yanıtlıyor:

‘Görevinizi aksatmadığınız sürece dizilerde yazılı izinle herkes oynayabiliyor. Doğruyu söyledim, ‘Kürt filmi’ dediğim için izin verilmedi. Bunu ifade etmeseydim bu izni vereceklerdi ama doğruyu söyleyince başıma bunlar geldi.’

Kurumda ‘izin konusu’nun sadece kendisinin değil bütün sanatçıların sorunu olduğunu, birçok sanatçının bu konuda korktuğu için sesini çıkaramadığını anlatıyor.

DT Başrejisörü Faik Ertener, Yeni Şafak’a, ‘Ülker’in tiyatroda verilen rolleri geri çevirdiğini ve adaleti sağlamak için kendisine izin verilmediğini’ belirtiyor. Aynı zamanda bir ses sanatçısı olan ve Bakırköy’de bir kulüpte program yapan Ülker ise şöyle konuşuyor:

‘Benim için ‘Kürtçe söylüyor. Hakkında şikayet var’ deniyor. Sanatçının dini, dili, ırkı yoktur. Ben bir Türk veya Arap filminde de oynayabilirim. Irkçı bir durum DT’ye yakışmıyor. Yöneticiler keyfine göre hareket ediyor, kimini çalıştırıyor, kimine rol vermiyor. Ben bu kurumda 20’yi aşkın oyunda oynadım; figuranlık da yaptım. Yani çok emek verdim. Bu sadece benim sorunum değil. Hemen bütün arkadaşlarımız bu konuda mağdur, ‘kimse gıkını çıkartmamalı, kimse bir şey söylememeli’ anlayışı karşısında isyan ediyorlar ama konuşamıyorlar. Ya çalışacaksın, ya istifa edeceksin diyorlar. Ben siyasete alet olmak, kukla sanatçı olmak istemiyorum. Bu çifte standart karşısında ben de üzülerek kurumumdan istifa etmek zorunda kaldım.’

‘Oy hakkı istiyoruz’

ALMANYA Lübeck’ten TÜRGEM Yönetim Kurulu Başkanı Remzi Uysal, toplumsal barış ve kamu yararına çalışan bir sivil toplum örgütü olarak, Meclis Başkanı Arınç ve Başbakan Erdoğan’a ‘Oy hakkı istiyoruz’ çağrısı yaptıklarını bildiriyor.

Uysal şunları söylüyor:

‘TBMM 23.7.1995 günkü oturumunda ‘1982 Anayasası’nın 67. maddesinde gerekli değişiklik ve düzenlemeyi yapıp biz yurtdışında yaşayan yurttaşların da seçimlerde oy kullanma yolunu açtı. Ancak sınır kapılarından öte bir işlem yapılmadı. Kendilerinden mektupla da olsa oy kullanabilmek için defalarca yazı yazdık, ancak AB ile müzakerelere başlanılmasına karşın bu konuda hálá bir adım atılmadığını görüyoruz. Geçmiş hükümetler gibi AKP de bu konuda bir çalışma yapmıyor. ‘Yurtdışı Türkler Bakanlığı’ sözleri yerine getirilmedi. Bu konuda avutulup aldatıldığımızı düşünüyoruz. AB üyesi tüm ülkelerle demokrasiyi yeni tanıyan Balkan ülkeleri de vatandaşlarına mektupla oy hakkı tanıyor. Bunu da çoğulcu ve katılımcı demokrasinin gereği olarak yerine getiriyorlar. Bulgaristan, Azerbaycan ve savaş yıkıntıları halen kaldırılmamış olan Bosna dahi vatandaşlarına oy hakkı tanımaktadır. Oy hakkımızın bu yasama döneminde gerçekleştirilmesini diliyoruz.’

Şener’e hatırlatma

‘MADIMAK Oteli 2 Temmuz Kültür ve Sanat Müzesi Olsun’ İnsiyafiti, Başbakan Yardımcısı ve Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener’e hatırlatıyor:

‘Madımak Oteli Müze Olabilir’ diyen ve bu konuda Sivas’taki bütün partiler, sendikalar, işveren örgütleri ve Alevi Bektaşi Federasyonu’nun da içinde olduğu sivil toplum örgütleriyle görüşeceğini ve bu konuya çözüm getireceğini söyleyen, bu sözü veren Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener bu sözlerini unutmuş gözüküyor.

GÜNÜN SÖZÜ

‘Maalesef Başbakanımız amaçlamasa bile, intihalde (aşırma) bulunduğu sabit olan müsteşarını (Ömer Dinçer) himaye ederek, olayı ortadan kaldırmak değil, meşrulaştırmak yönünde bir adım atmıştır. Müsteşarın intihalini ortaya çıkaranlar, bir ihtimal halisane niyetle hareket etmemiş olabilirler, ama bu intihal olayını ortadan kaldırmıyor. Keşke Başbakanımız gereğini yapsaydı. (...) Önemli bir fırsat kaçırılmış, ortada kötü bir sonuç kalmıştır.’

(Prof. İlter Turan)

Ah, keşke

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da Ekonomik ve Sosyal Konsey toplantısında sosyal tarafların IMF politikalarını eleştirmesi üzerine ‘Ben de gençlik yıllarımda IMF’ye karşıydım. Ama sorumluluk alınca işin öyle olmadığını görüyorsunuz’ yanıtını verdi. Ah bir da Kıbrıs hakkındaki görüşleri değişse Sayın Erdoğan’ın... Belki gider Sayın Denktaş’ın elini öper ve dargınlıklar ortadan kalkar.

Böyle yapılırsa göreceksiniz ki Kıbrıs sorunu sorun olmaktan çıkacaktır.

Ayhan SÜTÇÜOĞLU

Çin işkencesi

‘BİZLER Kaş Çevre Dostları Grubu üyeleriyiz. Türkiye’nin cennet köşelerinden biri olan Antalya’nın Kaş ilçesi tarihi ve doğal güzellikleri, iklimi, dalış için çok uygun sahillerinden yamaç paraşütü yapılan tepeleri ve tarihi Likya Yolu yürüyüş güzergahı ile gerçek bir Akdeniz incisidir. Ne yazık ki, bütün bu güzellikleri bir anda sıfıra indiren bir sorunu vardır ve maalesef gerek belediye ve gerekse merkezi idarenin ilçe temsilcileri büyük bir aymazlık içerisinde gürültü sorunu çözmemektedirler. Barların sabah 03.00’e kadar yaptıkları müzik yayını nedeniyle ilçe halkı adeta ‘Çin işkencesi’ne tabi tutulmaktadır. Bu durumu görmezden gelen yerel yöneticileri protesto ediyoruz.’

MESAJ PANOSU

ASKİ’
den, ‘su sayacımızın ömrünün dolduğunu, değiştirmek zorunda olduğumuzu’ belirten biri yazı geldi. Yeni sayacın bedeli 300 YTL. Ayda 15-20 YTL su parası ödeyen bir aile olarak 300 YTL’lik bir yükü nasıl kaldıracağız bilemiyorum. Birilerinin bu vurgunlara dur demesi gerekiyor. Zamanında doğalgaz sayaçlarını da 300 dolara bu zihniyet bize zorla vermişti.

Mehmet DEĞİRMENCİ

YOĞUN
iş seyahatlerimden dolayı sürekli yurtdışına çıkan birisi olarak her seferde yurtdışı çıkış harcını ödediğim için sinirleniyorum. Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş bu uygulamadır. Başbakanımız bu uygulamayı artık neden kaldırmıyor?

Veli ÇALIK-İSTANBUL
Yazarın Tüm Yazıları