Paylaş
Güzel, genç kadınlar ve yakışıklı, genç erkekler. Giyimlerine özenmişler, saçları, başları zımba!
Böyle çiftleri gördüğümde birbirlerine yakıştıklarını düşünüyorum.
Hepsi için bu genellemeyi yapamam ama bir süre sonra fark ediyorum ki ilgileri sadece birbirlerine dönük değil.
Bir yandan da yan gözle sağı solu kesmeye devam ediyorlar. Genellikle de erkeklerin bu durumda olduklarını söyleyebilirim. Ya da kadınlar daha hesaplı oldukları için aynı şeyi yapıyorlar belki ama en azından bana çaktırmıyorlar diye düşünüyorum.
Elindeki ile yetinememek gibi bir durum bu.
Sanki dışarıda hep daha iyi birisi var ve onu ellerinden kaçıracaklarmış gibi bir ruh durumu.
Bunun biraz da bize özgü olduğunu düşünüyordum. Kadın–erkek ilişkilerinde genetik olarak tam olgunlaşamamış bir toplumun eseridir diye varsayıyordum.
Geçen hafta sonu New York’ta, Soho civarındaki bir barda vakit öldürürken bunun sadece bize özgü olmadığını da öğrenmiş oldum.
Barda, yanımdaki taburede esmer, hoş bir kız oturuyordu. Yaşı bilemediniz erken otuzlar olmalı. Sormadım tabii, bana ne?
Telefonda kızımla konuşuyordum, telefonu kapatınca “Nerelisiniz, bu lisan bana hiç tanıdık gelmedi” dedi.
Türk olduğumu, İstanbul’dan geldiğimi, kızımın New York’ta yaşadığını söyledim.
“Türkler mutlu insanlar mıdır” diye sordu. “İstatistiklere bakarsak mutlu sayılmazlar” dedim, “ama bizde âdet mutsuzluğunu çok göstermemektir.”
“Kan kusar, kızılcık şerbeti içtik deriz” diyecektim ama İngilizce çevirisinin kulağa tuhaf geleceğini düşünerek çenemi tuttum.
“Bu şehir mutlu olmak için insana her şeyi veriyor ama insanlar yine de mutsuz” dedi.
“Niye” dedim, çok da ilgilenmiyormuş gibi bir poz takınarak.
“Genellikle değil” dedi, “ama bu şehirde herkes gelecek en iyi şeyi bekler.”
İçkisinden bir yudum aldı, “Hiçbir flört yeteri kadar iyi değil. Hiçbir aşk yeteri kadar mükemmel değil” diye devam etti.
“Herkes daha iyisini arıyor, daha iyisini bulabileceğini düşünüyor” dedi, derin bir nefes aldı, “kapitalizmin çılgın, aç gözlü yarışmacı dünyası işte!”
Sonra sustu. Ben de bir şey demedim, büyük olasılıkla sevgilisinden yeni ayrılmış yaralı bir kalp vardı karşımda, üzerine gitmek istemedim. Bıraktım, kendi halinde, kendi düşünceleriyle hesaplaşsın!
Yaşadığı aşkın değerini bilmemek New Yorklulara has bir durum sayılmaz. İstanbul’da da aynıdır, Kopenhag’da da, Roma’da da.
Belki İstanbul ve New York gibi kentlerde uçup kaçmaya meraklı insanların hedeflerine daha kolay ulaşabilmelerini sağlayacak bir toplumsal zeminin olması bu durumun daha çok yaşanmasına neden olabiliyordur, ama meselenin özü değişmez.
Âşıksan, âşık gibi yaşamalısın. İlgin, merakın, dünyan âşık olduğun insan olmalı ki sen de onun hayatının merkezinde yer alabilesin.
Eğer gözün hafiften dışarıya doğru kaymaya başlamışsa, arayışlar içindeysen, “âşığım” derken hem kendini kandırıyorsundur, hem de karşındakini.
Aşkının değerini bilmezsen o ya bir şiir olur ya da bir şarkı!
Günler, geceler boyu söyler durursun, burnunda bir sızıyla!
Paylaş