Paylaş
Suçları “casusluk”!
Savcılık açıklamasında şöyle deniliyor:
“Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan 15 yıldan 20 yıla kadar hapis talebi ile; ve ‘Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla açıklama’ suçundan müebbet hapis cezası istemi ile Adana 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açılmıştır.”
Böylece tek suçu, o sırada Adana Jandarma Alay Komutanlığı’nda askerlik yapmak ve kendisine verilen emirlere uymak olan gariban askerlerin de “casusluk” yaptığını öğrenmiş oluyoruz.
Her Türk erkeği askerlik anılarını anlata anlata bitiremez, belli ki bu erlerinki hiç bitmeyecek!
“Casusluk” dediğimiz meslekte öğrendiğiniz bir bilgiyi, bundan yarar sağlayacak bir üçüncü kişiye vermeniz (ya da satmanız) gerekir.
Savcılığın açıklamasından bunu anlayamıyoruz ama.
Bu bilgi kime satılmış (ya da verilmiş) bilemiyoruz.
Savcılığın da bildiğini, bunu kanıtlayabileceğini tahmin etmiyorum, çünkü bu konuda elinde bir bilgi olsaydı, açıklamada onu da belirtirdi.
Mesela şöyle bir cümle: “Sanıklar, elde ettikleri gizli bilgileri bilmem hangi devletin filanca ajanına sattılar.”
Böyle bir şey yok, ama casusluk suçlaması var!
Neden var derseniz, sebebi açık: Çünkü Başbakan bunun bir casusluk olduğunu düşünüyor!
O zaman savcılık da durumdan vazife çıkarıyor ve davayı casusluktan açıp sanıklar hakkında ömür boyu hapis cezası istiyor.
“Eski” Türkiye’de de böyleydi, “paralel yapı” adliyeye hâkim olduğunda da böyleydi, “yeni” Türkiye’de de böyle!
Adliye cephesinde değişen bir şey hiçbir zaman yok.
Delilden yola çıkmak, suçu somut deliller ile destekleyip iddianameyi öyle yazmak pek rastlanan bir durum değil.
Hayali suçlamalarla yazılmış iddianameleri kabul edip yargılama yapmak da bizim adalet sistemimizin ezeli hastalığı, ebediyete kadar da sürecek gibi görünüyor.
Paralelciler gidiyor, dombracılar geliyor, tas aynı, hamam aynı, sadece suyu döken değişiyor.
Siyasi sorumluluğu unutmayalım
ESKİ bakan Egemen Bağış’ın “bakara–makara” ve “Google’dan bir ayet seçip sallıyorum” konuşmaları ile ilgili olarak “suç duyurusunda” bulunulmuş, savcılık da durumu inceleyip takipsizlik kararı vermiş.
Bir vatandaş, bu telefon kaydı ile ilgili suç duyurusunda bulunmuş ve “halkın İslam dinine mensup kesiminin kutsal kitabı olan Kuran ayetlerinin bir kısmına yönelik alaycı ifadeleri dolayısıyla bu dine mensup insanları rencide ettiği ve benimsediği dini değerleri aşağıladığının söylenebileceğini” iddia etmiş.
Gerçekten tuhaf bir memlekette yaşıyoruz.
“Suç duyurusunda bulunmak” bir ulusal spor haline gelmiş durumda ve herkes birbiri ile ilgili suç duyurusunda bulunmaya dayanılmaz bir istek duyuyor.
İki kişi arasında geçen bir telefon konuşması bu. “Aleni” hale gelmesi ise yasadışı bir eylemin sonucu.
Savcılık doğrusunu yapmış ve takipsizlik kararı vermiş.
Memleketimizde bırakın telefonlarda konuşmayı, kahvehanede bile iki kişinin arasında geçen konuşmaları takip edecek olursanız hapse girmeyecek kimse kalmaz!
Bu sadece onları ilgilendirir, başkasını değil.
Ancak Egemen Bağış’ın durumunda bir farklılık var.
Kendisi bir siyasetçi ve son TBMM konuşmasında olduğu gibi dilinden din–iman meseleleri hiç düşmüyor.
Evet, o konuşmasının açıklanması yasalarımıza göre suç ve alenileşmiş olması da bu nedenle bir hukuki sonuç doğurmaz ama siyasi sorumluluk diye de bir şey var.
Bir boş anına gelip böyle şeyler söylemiş olması nedeniyle onu hapse tıkmayacağız elbette ama inançlı insanların bir özür beklemek de haklarıdır.
O sallanan kâğıdı görmek istiyorum!
ESKİ bakanlardan Zafer Çağlayan, TBMM’deki görüşmelerde kürsüye çıktığında elinde bir kâğıt sallayıp duruyordu.
Konu malum: Reza Zarrab’dan alınan, gümrük vergisinin ödenip ödenmediğini bilmediğimiz saatin parasının ödenip ödenmediği ile ilgili!
O kâğıtta ne yazılıydı, hiçbirimiz görmedik.
Ama Çağlayan kâğıdı sallarken, parayı ödediğini, saatin garanti belgesinin de kendi üzerine olduğunu söylüyordu.
Garantinin bir kişi üzerine olamayacağını, yani Çağlayan’ın bu konuda doğru söylemediğini de öğrendik.
O günden beri merak ediyorum, acaba o kâğıtta ne yazılıydı?
Yazdım, Zafer Bey’e dedim ki lütfen bu belgeleri gönderin, ben de bu köşede yayınlayayım, torba ağızlı olanların bile ağızlarını büzelim!
Ama heyhat, tık yok!
Tamam, beni sevmediğini anlayabilirim ama bu kadar yandaş gazeteci var, onlardan birine verse de onlar kendi gazetelerinde yayınlasalar, o da kabulüm.
Hatta “Başka gazetede yayınlandı” demem, ertesi gün ben de yayınlarım!
Lütfen, çok merak ediyorum!
O salladığınız kâğıtta ne yazılıydı?
Devlet sırrı mı ki bu kimse görmüyor ne yazdığını?
Hadi Zafer Bey, size bir faks makinesi kadar uzağım, gönderin gelsin!
Paylaş