Paylaş
Eleştiriler haksız da sayılmaz; öğrencilerin dershane bağımlılığını azaltmak amacıyla bakanlık SBS adı verilen bir sınav yöntemine geçti ve sınavı da üç yıla yaydı. Sonuç, daha önce sadece son sınıfta dershaneye giden öğrencilerin üç yıl boyunca dershane müşterisi yapılması oldu.
Bu yıl sistem yeniden değişti; SBS’yi kaldıran bakanlık onun yerine sekizinci sınıf öğrencilerine kısa adı TEOG olan bir merkezi sınav uygulamaya başladı. Bu sınavın geçmiş sınavlardan farkı, bütün sekizinci sınıf öğrencilerine uygulanması.
Yeni sistemin başarılı olup olmadığı, adil olup olmadığı tartışmaları yapılıyor, daha da yapılacaktır. Ben bu yazıda o tartışmalara hiç girmeyeceğim; onun yerine bu sınavın eğitimin uzun vadeli planlamasına ciddi katkı sağlayacak veriler üretmiş olmasından söz edeceğim.
Türkiye’de hiç konuşulmasa da, eğitimin bir numaralı sorunu ne sınav sistemleridir ne başka bir şey. Bizim bir numaralı sorunumuz eğitimimiz eliyle yaratılan eşitsizlikler.
Eşitsizlik veya onun olumlu anlamda tersi ‘eşitlik’ eğitim söz konusu olduğunda farklı düzeylerle tanımlanması gereken bir kavram.
İlk düzey kuşkusuz sınıfın içi. Aynı sınıfta okuyan diyelim 40 çocuğun bilgi-beceri seviyeleri de, sınav sonuçları da birbirine yakın olmalıdır. Sınıfta aynı sınavdan bir çocuk 0, bir başka çocuk 100 alıyorsa ortada ciddi bir sorun vardır.
İkinci düzey okulun içi. Yani aynı okulun diyelim sekizinci sınıflarında okuyan bütün öğrencilerin bilgi-beceri düzeyleri de, sınav başarıları da birbirine yakın olmalıdır.
Gerek sınıf içi için gerekse okul dışı için dünya çapında geçerli bir ‘eşitlik standardı’ yok ama en iyilerle en kötüler arasındaki fark yüzde 20’yi geçmemeli desek yanlış söylemiş olmayız. Bu bir ideal.
Ve son olarak üçüncü düzey var: Ülke çapında aynı sınıf/yaş grubundaki öğrencilerin bilgi-beceri ve sınav başarısı arasındaki farkın birbirine yakın olması.
Türkiye’de bilgi-beceri ve sınav başarısı sonuçları açısından bakıldığında hem aynı sınıf içinde, hem aynı okul çatısı altında hem de ülke çapında seviye farklarının çok büyük olduğunu biliyoruz.
Peki bunu gidermek için ne yapıyoruz?
OECD’nin düzenlediği PISA sınavının sonuçları bize bu çeşit eşitsizliklerin azalmakta olduğunu söylüyor ama hâlâ büyük eşitsizlikler var. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu eşitsizlikleri gidermek üzere bir politikasının veya bir stratejisinin olup olmadığını bilmiyoruz; eğer varsa da bunu kamuoyuna ilan etmedikleri kesin.
Ancak, eldeki TEOG sınavının ilk yıl uygulaması en azından ilkokul ve ortaokul seviyesinde eşitsizlikleri anlamamız başta olmak üzere eğitimin özüyle ilgili son derece değerli bilgileri bakanlığa sunduğuna kuşku yok.
Çünkü artık Milli Eğitim Bakanlığı, gerek Türkiye’nin en iyi ve gerekse en kötü öğrencilerini tek tek biliyor; onların hangi okulun hangi sınıfının hangi sırasından çıktığını, hangi öğretmenlerin elinden geçtiğini biliyor.
Bu bilgilerin tamamı bağımsız araştırmacıların da hizmetine sunulmalı, eğitime dışarıdan bakacak gözlerin katkı sunmasına fırsat yaratılmalı.
İşe en kötü 1000 okulla başla!
MİLLİ Eğitim Bakanlığı’nın TEOG sonuçlarına bakarak yapabileceği çok güzel bir şey var:
Türkiye’nin en kötü 1000 ilk ve ortaokulunu saptayabilir bakanlık.
Bu saptamayı yaptıktan sonra da, ‘Ben gelecek yıl bu okulları en kötü 1000 listesinden çıkaracağım’ diye bir karar alıp ona göre davranabilir; yani bu okulların ihtiyacı veya eksiği neyse onu sağlamaya çalışabilir.
Bakanlık bu işi beş yıl üst üste yapsa ve her yıl da o en kötü 1000 okulu en azından 1001. sıraya taşımayı başarsa, Türkiye’nin eğitim çıktısı çok ama çok ciddi biçimde düzelmiş olur.
Bu çaba, en iyi okulla en kötü okul arasındaki fark yüzde 20’ye düşene kadar sürdürülürse ve sonrasında da bu fark gözetilirse, birdenbire başka bir ülkede yaşamaya başlarız.
Paylaş