Paylaş
Sadece Türk basın tarihinin değil, edebiyat tarihinin de siyah-beyaz bir natürmortu.
Melih Cevdet Anday bir şeyler anlatıyor...
Dinleyicileri arasında kimler yok ki.
Nadir Nadi her zamanki hayret ifadesiyle dinliyor.
İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Sami Karaören, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Mehmet Kemal... Dikkatle dinliyor.
Karşımda sanki siyah-beyaz bir Rembrandt tablosu duruyor.
* * *
Cumhuriyet gazetesi 90’ıncı yılını kutluyor...
Hazırladıkları eklerde sadece bir gazetenin değil, Türkiye’nin 90 yılını okuyorum.
Bir de kendi küçük şahsi tarihimi..
Tek karelik bu fotoğrafa benim tarihim de küçücük bir yerinden girmiş...
- Melih Cevdet Anday...
1970’in karanlık yıllarının sonları...
Genç bir öğretim üyesiyim.
Her sabah ilk işim Hürriyet, Cumhuriyet, Tercüman ve Milliyet gazetelerini almak.
Solcu yıllarım... İlk baktığım gazete tabii ki Cumhuriyet...
Cuma sabahı...
Gazetenin ikinci sayfasını açıp Melih Bey’in köşesine baktığımda ilk gördüğüm şey, bold harflerle yazılmış bir isim:
Ertuğrul Özkök...
Melih Bey, Yazı dergisinde yayınlanan “MacLuhan’ı tersinden okumak” başlıklı yazımı okumuş.
İlgisini çekmiş beni ve yazımı övüyor.
Türk basın tarihinde “medya” kelimesinin ilk kullanıldığı yazı olabilir.
O cuma, bütün gün koltuğumun altında Cumhuriyet gazetesi ile gezdim.
* * *
- Onun solunda İlhan Selçuk...
Üniversite sınavlarında hem siyasal Bilgiler’i, hem Basın Yayın Yüksekokulu’nu kazanmışım.
Herkes, dönemin efsane fakültesi Mülkiye’ye git diyor.
Bir tek babam... Hem de antikomünist babam diyor ki:
“Oğlum ben gizli gizli İlhan Selçuk ve Çetin Altan’ı okuyorum. Çok hoşuma gidiyor. Basın Yayın’a git. Belki onlar gibi tanınmış bir gazeteci olursun...”
Babamı ve içimin sesini dinliyorum...
İlhan Abi ve Çetin Bey’in antikomünist babamı bile hayran bırakan yazıları, bana da yol gösteriyor.
* * *
- Onun biraz ilerisinde Sami Karaören...
Cumhuriyet’in efsane haline gelmiş ikinci sayfadaki görüş yazılarının yine efsane haline gelmiş büyük editörü...
Aydın dürüstlüğünü, eşsiz bir tek seçici haline getirmiş büyük editör.
Aynı zamanda bir edebiyat insanı...
Ortada ne adım, ne sanım, ne geçmişim, ne geleceğim varken, sadece gönderdiğim yazıya bakıp yayınlayan belki de basındaki ilk editörüm...
* * *
Ve Cumhuriyet...
Bugün hâlâ gazeteci diye gezebilen yüzlerce insanın ve tabii ki bütün bir gençliğimizin büyük kurumu...
Hepimizin olmak istediği yer.
Hasan Cemal’i, Sedat Ergin’i, Ufuk Güldemir’i, Yalçın Doğan’ı, Yalçın Bayer’i...
Daha nice arkadaşımı tanıdığım yer.
* * *
Dün bu fotoğrafa uzun uzun baktım...
Sonra açıp Melih Cevdet Anday’ın, eski bir fotoğraf üzerine yazılabilecek en güzel şiirlerinden birini okudum:
“Dört kişi parkta çektirmişiz
Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi...
Anlaşılan sonbahar
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
Yapraksız arkamızdaki ağaçlar
Babası daha ölmemiş Oktay’ın,
Ben bıyıksızım,
Orhan, Süleyman Efendi’yi tanımamış...
Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?
Oysa hayattayız hepimiz...”
Cumhuriyet’te yayınlanan son yazım
21 Haziran 2010 günü İlhan Abi’nin ölüm haberini, Paris’te bir otel odasında aldım.
Odanın penceresini açtım. Karşımda Saint Germain Kilisesi duruyordu.
Maria Callas’ın Mamma Morta’sını koydum.
Sonra oturup rahmetli babama bir mektup yazdım.
“Sevgili babacığım bu sabah İlhan Abi’yi kaybettik...” dedim.
Yazı bittiğinde Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız’ı aradım ve hayatımda ilk defa bir şey yaptım.
“Yarın Hürriyet için yazdığım yazıyı Cumhuriyet’te de yayınlar mısın lütfen” dedim.
Ertesi gün hem Hürriyet hem de Cumhuriyet’in birinci sayfalarında İlhan Abi için yazdığım mektubun anonsu vardı.
O gün, Hürriyet ve Cumhuriyet kelimeleri gözüme çok daha büyük göründü...
Hasan Cemal’siz bir Cumhuriyet tarihi
GAZETENİN 90’ıncı yılı için hazırlanan eklerin en üsttekini açıp sonuna kadar okuyunca “Eyvah” dedim...
“İlhan Abi’den hiç söz etmiyorlar...”
Ancak eklerin ikinci ve üçüncü bölümlerine bakınca, ilk duygumun çok haksız olduğunu anladım.
Üçüncü ekin kapağı Nadir Nadi ve İlhan Selçuk’un afiş gibi bir fotoğrafı ile açılıyordu.
İlhan Selçuk, gazetenin tarihinde hak ettiği yeri almıştı.
Sonra Hasan Cemal’le ilgili ne yazmışlar ona baktım.
Önce onu da göremedim.
Benden daha dikkatli olan Sedat Ergin uyardı.
Yalçın Bayer’in yazdığı bölümde, gazetenin yöneticileri arasında adı geçiyor. Bir de grup fotoğrafı koymuşlar.
Kimse alınmasın ama bu meslekte bizden önceki döneme ait, beni en çok etkileyen iki genel yayın yönetmeninin adını saymam istense, çok rahatlıkla iki isim veririm. Hasan Cemal ve Güneri Cıvaoğlu.
Hasan Cemal’i gazetenin Ankara temsilcisiyken tanıdım.
Çok güzel işler yapıyordu.
Sonra genel yayın yönetmeni oldu ve Cumhuriyet’in 150 bin tirajlar gördüğü altın yılları başladı.
O zamana kadar sadece siyaset ve spor haberlerinden ibaret olan Türk basınına hayatın öteki renkli alanlarını açtı.
Şahin Alpay’a hazırlattığı kitap sayfaları bana göre Türk entelektüel hayatının en dürüst ve yapıcı sayfalarından biriydi.
O nedenle iyi bir Cumhuriyet okuru olarak, bu tarihi anma gazetesinde ona biraz daha uzun bir yer ayrılmasını beklerdim.
Hadi genel yayın yönetmenliğinden silindi, hiç olmazsa Ahmet Tan’ın Ankara bürosunu yazdığı bölümde olabilirdi...
Haksız mıyım...
Her gazetenin künyesinde mutlaka bir kedi olmalı
CUMHURİYET’in 90’ıncı yıl eki sayesinde harika bir şey öğrendim. Gazetenin kadrolu iki kedisi varmış. Biri İstanbul’da, öteki Ankara’da. İstanbul’daki bir tekir.
Adı Bekir’miş...
Her gün yazıişleri toplantısına katılıyormuş.
Masaların üzerinde uyuyormuş.
Ankara’daki ise sarman...
Onun adı yazılmamış.
Herhalde Türk basın tarihinde ilk defa bir anma ekinde, çalışanların anlatıldığı bölümlerde bir hayvanın resmi yayınlanıyor. Bu da Cumhuriyet’in 90’ıncı yılında altına imza attığı bir ilk.
Bekir ve Sarman dahil bütün Cumhuriyet çalışanlarını, okurlarını kutluyorum...
İyi ki vardınız..
İyi ki hâlâ varsınız...
Yağmur kardeşim yönetmenine sor, o söylemezse ben söylerim
ÖNCEKİ gün bir şaka yapmıştım. Demiştim ki, “Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilip gazetecilerin yemeğine katılsa ve kendisini destekleyen gazetelerle ilgili bir şaka yapsa... Buradaki insan kadar okur başka yerde bulamazsınız dese. Acaba onlar da gülüp geçerler miydi.”
Geçmezlermiş.
Dünkü Star gazetesinde Yağmur Atsız, gazetesinin tirajlarının öyle yerlerde sürünmediğini yazmış. Güya 130 küsur bin gazete satıyorlarmış.
Bak kardeşim, şimdi sen git Genel Yayın Yönetmeni’ne şu soruyu sor.
“Arkadaş bizim gazetemiz bayide kaç tane satıyor? Kaç gazeteyi bedava dağıtıyorsun...”
Bu soruyu sor.
O cevap vermezse beni ara, sana telefonda söyleyeyim.
Ama söz ver aramızda kalacak. Çünkü duyulursa hepinize çok ayıp olur...
Biliyorsun, bizim kültürümüzde patrona gazeteci gammazlamak yoktur.
“Sen iyisin ama senin adamlar bu işi beceremiyor” demeyiz.
Paylaş