Türk-ABD ilişkilerinde Pensilvanya açmazı

YURTDIŞINDA yaşamayı tercih eden bir din adamının önderliğini yaptığı hareket, içinden çıktığı ülkenin siyaseti ve yönetiminde en kuvvetli güç odaklarından biri haline gelir ve seçilmiş hükümetle açık bir çatışmaya girerse, bu durum o din adamına ev sahipliği yapmakta olan yabancı ülkeyle kendi ülkesi arasındaki ilişkiyi nasıl etkiler?

Haberin Devamı

Soru, ilk bakışta bir uluslararası politika dersinin sınav kâğıdından alınmış gibi duruyor. Ama gerçeklikte bu soru, bir süredir Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Başkan Barack Obama arasındaki diyaloğun üzerinde yeni bir anlaşmazlığın konusu olarak asılı durmaktadır.

* * *

Ancak bugünkü krize geçmeden biraz öncesine gidelim. Aslında Fethullah Gülen, 1999 yılında ABD’ye gitmesinden bu yana Türk-Amerikan ilişkilerinin denklemine önemli bir faktör olarak yerleşmiş bulunuyor. Cemaat, ABD’de 10-15 yıl gibi kısa bir süre içinde neredeyse her eyalette örgütlenerek, kurduğu dernekler ve açtığı okullarla Amerikan sistemine entegre olma yolunda önemli bir mesafe kat etti, ilişkilerde önemli bir etki icra etmeye başladı.
Bu sürecin uzantısı olarak Türkiye’deki ABD algısı üzerinde Fethullah Gülen’in kuvvetli bir gölgesinin yerleştiğini de söylemek mümkün. Dış politika konularında genelde ABD çizgisine daha yakın duruşlar sergiledi cemaat. Örneğin AK Parti hükümeti İsrail ile çatışırken, Gülen İsrail ile yumuşamayı önerdi. Hükümet İran’la yakınlaşırken, cemaat bu yakınlaşmaya mesafeli kaldı.
Burada yaşanan sorunun bir boyutu, Gülen’in ABD’de konaklamasının yarattığı algıdan kaynaklandı. Çünkü cemaatin Türkiye’nin dış politika ya da iç meselelerinde aldığı her pozisyon Türk kamuoyunun azımsanmayacak bir kesimi tarafından doğrudan Amerika’nın bir mesajı olarak algılandı. Keza cemaatin polis ve yargıdaki uzantıları Ergenekon ve Balyoz gibi büyük operasyonlara giriştiğinde, mağdurların önemli bir bölümü sorumluluğu doğrudan Amerika’ya atfetti.
Aynen 17 Aralık’tan sonra Başbakan Erdoğan’ın da işin arkasında Amerika’nın olduğunu düşünmesinde olduğu gibi...

* * *

Haberin Devamı

Başbakan’ın 17 Aralık sonrası süreçteki söyleminde bu bakışın izlerini görmek mümkün. Erdoğan, 17 Aralık sonrasında Gülen ve hareketi için sıkça “uluslararası örgütlerin maşaları”, “ajanlık faaliyeti”, “dışarıdan aldığı talimatlarla hareket eden örgüt”, “küresel güçlerin taşeronları”, “birtakım ülkelerin maşa olarak kullandığı dini bir kisve altındaki örgüt” gibi ifadelere başvurmuştur.
Görüleceği gibi, Başbakan, Gülen cemaatini açıkça başka bir ülke adına çalışmakla suçluyor. Gülen, Fransa’da değil okyanusun diğer yakasındaki Pensilvanya eyaletinde yaşadığına göre, “maşa”yı tutan küresel güç merkezinin de ABD olduğunu varsaymak durumundayız.
Ancak bugün gelinen noktada konu algı sorunu boyutlarını aşmış, el yakan sıcak bir problem olarak Türk-ABD ilişkilerinin gündemine oturmuştur. 17 ve 25 Aralık’ta cemaatin sert bir hamlesine hedef olan Erdoğan, bugünlerde bekası önündeki en yakın ve görünür tehdidi bu hareketin önderi Fethullah Gülen olarak görmektedir. Bu tehdide verilecek karşılık, Erdoğan’ın yeni döneme ilişkin stratejisindeki en önemli önceliklerden biridir.
Ve konu 19 Şubat tarihindeki en son telefon konuşmalarında Erdoğan’ın yaptığı kuvvetli bir çıkışla Başkan Obama’nın da gündemine girmiştir. Dünyanın dört bir tarafındaki sayısız krizle uğraşmak zorunda olan Başkan Obama, şimdi önünde yeni bir sorun olarak Erdoğan’ın Gülen’in iadesi talebiyle karşı karşıyadır.
Erdoğan, bu görüşmede Gülen’i bir “ulusal güvenlik tehdidi” olarak takdim etmiştir Obama’ya. Türkiye ABD’nin iadesini talep ettiği bir çok suçluyu bu ülkeye teslim ettiği için, Erdoğan şimdi bir “ver-al” dengesi içinde “Hadi sıra sizde” diye bastırmaktadır ABD Başkanı’na.

* * *

Haberin Devamı

Geçenlerde PBS kanalına verdiği mülakattaki şu sözleri Erdoğan’ın meseleye bakışını ortaya koyuyor:
“Bu örgütle (Gülen hareketi) mücadelede bizim de model ortağımız Amerika’dan beklentilerimiz var. Bunlar deport (sınır dışı) edilebilir veya teslim edilebilir. Bu kadar basit. Şimdi bizden diyelim ki Amerika’nın kendi güvenliğini tehdit eden birilerinin bize ismi geldiği zaman, biz bunları yakaladığımızda teslim ediyoruz. Bugüne kadar yaptığım buna benzer benim 10’u aşkın teslimim var ve aynı şeyi ben tabii stratejik ortağımız olan Amerika’dan bekliyorum. Çünkü bunlar bizim ulusal güvenliğimizi tehdit girişimidir ve bunlar deport edilmeli veya bize teslim edilmeli ki, biz gereğini yapalım.”
Henüz resmi kanallardan iletilmiş bir talep yok. Ancak Ankara’nın önümüzdeki günlerde iki ülke arasındaki anlaşmalar çerçevesinde resmi bir başvuruda bulunması muhtemeldir. Konu, yapılacak itirazlarla ve muhtemelen Amerikan sisteminin kendi iç dinamiklerinin de sürece müdahil olmasıyla uzun yıllara yayılacak bir dikenli soruna dönüşmeye adaydır. New York Times’da şimdiden bu konuda eleştirel içerikte başyazılar çıkmaya başlamış olması bu durumun habercisidir.
Zaten pek çok soruna sahne olan Türk-ABD ilişkilerinin yeni zor meselesi Fethullah Gülen dosyasıdır.

Yazarın Tüm Yazıları