Paylaş
Oysa Milli Güvenlik Kurulu toplantısının yapıldığı günden beri AKP medyası ısrarla bunu yazıyordu.
YAŞ kararları alınacağını, disiplin kurulunun çalıştırılacağını hep onların haberlerinden öğrendik.
Demek ki palavra sıkıyorlarmış!
Neden böyle yapıyorlar diye düşününce aklıma sadece bir “algı operasyonu” olasılığı geliyor.
Bir yandan da devletin neredeyse tüm kurumlarında her gün bir operasyon yapılıyor. Çoğunluğu üst düzey görevlerde olan bürokratlar görevden alınıyorlar. Haberlerin sunuluş biçiminden anlıyoruz ki görevden alınanlar “darbeci paralel yapının” birer mensubuymuşlar.
Görevden alınanların sayısına bakacak olursak gerçekten bir “ordu” insandan söz ediliyor.
Peki bu kişiler o görevlere nasıl geldiler, bunu haberlerden anlamamız mümkün olamıyor.
Sanki bütün bunlar olurken hükümetin hiçbir şeyden haberi yokmuş da, o kişiler kendi kendilerine o görevlere gelmişler ve hükümete karşı bir komplonun içine girmişler.
Böyle bir şey olmadı tabii!
Geçmişte iki çizgi birbirine “paralel” değildi, her ne yaptılarsa birlikte, el ele yaptılar.
Hatta Başbakan’a sadece Başbakanlık görevi de yetmemiş, kendisini “paralel yapının” Ergenekon savcısı olarak tayin bile etmişti.
Köprülerin altından sular aktı ve şimdi AKP medyasının yayınlarından anlıyoruz ki Gülen cemaatine karşı bir savcılık soruşturması da yürüyor.
Savcılık neyi araştıracak?
Birincisi bu devlet içindeki kişilerin “örgütsel bağları” olmalı.
Cemaat ile nasıl bir örgütsel bağ içindeler, emir-komuta zinciri nasıl, kim kime bağlı, örgütün finans kaynakları neler.
Ve sonra bir başka soru gündeme gelecek doğal olarak:
Devlet içinde örgütlenmeyi nasıl başardılar?
Bunu hükümetin içinden birilerinden yardım almadan başarmış olabilirler mi? Mümkün değil.
Demek ki hükümet ya bizzat Başbakan’ın talimatıyla tümüyle ya da içlerinden birileri marifetiyle bu örgütlenmenin zeminini yarattı, destek oldu.
Belki hükümet içinde de bu yapı ile ortak hareket edenler vardı.
Bakalım hükümetten kimlerle temas halindelerdi, her istediklerini veren ya da yapan hükümet üyeleri kimlerdi gibi sorular cevap bulabilecek mi?
Savcıların işi gerçekten çok zor ve bir kez daha “Ucu nereye giderse gitsin bu soruşturmayı yapacağız” sözü havada kalmaya mahkûm gibi görünüyor!
Yüksek Seçim Kurulu elini çabuk tutmalı
CUMHURBAŞKANI seçimi ile ilgili bir kanun var ama AKP iktidarının alelacele çıkardığı bütün kanunlarda olduğu gibi eksiklikleri ve boşlukları ile önümüzde öylece duruyor.
Seçimi düzenleyecek ve yönetecek olan kurum YSK.
Ama YSK da süre daralmasına rağmen henüz bu konuları açıklığa kavuşturmuş değil.
Bununla ilgili olarak Tarhan Erdem, Radikal’de bazı yazılar yazdı, ben de bu köşede seçimin adaylar tarafından finansmanındaki sorunlara değindim.
Tekrar topluca hatırlatalım, önemli bir seçim yapacağız, iki ayağımız bir pabuca girmeden bu iş aydınlığa kavuşturulsun.
1- Adaylar kampanyalarını nasıl finanse edecekler? Cumhurbaşkanı, Anayasa gereği tarafsız olmak durumunda olduğuna göre partiler kampanyada nasıl yer alacaklar?
Yardım ve harcama kayıtları nasıl tutulacak? Denetlemelerde yasaya aykırılık tespit edilirse, bu durum adayın (seçilmiş olsa bile) durumunu nasıl etkileyecek?
2- Her türden kamu görevlisi, aday olunca kanun gereği görevinden ayrılmak durumunda. Başbakan ya da bakanlar aday olursa onların görevine devam etmeleri bu durumda nasıl mümkün olabilecek? Onlar “her türden kamu görevlisi” değiller mi?
3- Cumhurbaşkanı Anayasa gereği tarafsız olacağına göre, adaylıkla beraber partisi ile ilişkisi kesilecek mi? Hem parti üyeliği, hem de tarafsız Cumhurbaşkanı adaylığı nasıl bir arada mümkün olabilecek?
4- Oy pusulaları nasıl olacak? Birleşik oy pusulasında adayların isimleri, resimleri vs mi yer alacak, yoksa işaretler kullanabilecek mi? İkinci tura kalınırsa, iki haftalık süre içinde iki adayın yer alacağı yeni oy pusulalarının basım ve dağıtımı nasıl yetişecek?
Bu seçim “Saldım çayıra, Mevlam kayıra” diye yapılamayacağına göre, YSK’nın elini çabuk tutması gerekiyor.
Sorarlar bir gün sorarlar!
RÜŞVET ve yolsuzluk soruşturmalarına isimleri karışan dört bakan hakkındaki soruşturma önergeleri TBMM Genel Kurulu’nun dün gündemindeydi.
Meclis’teki görüşme, bakanlar hakkındaki iddialar halktan kaçırılabilsin diye televizyon yayınının olmadığı güne alındı ama boşuna çaba!
Bu iddialar aylardır yazılıyor, çiziliyor, parti mitinglerinde, grup toplantılarında gündeme getiriliyor zaten.
TOKİ soruşturmasında savcılığın verdiği takipsizlik kararı ve gerekçeleri, diğer soruşturmaların akıbetinin ne olabileceği konusunda da bir fikir veriyor.
Bu soruşturmalar örtbas edilecek.
Hukuki durum belki bunu gerektiriyor olabilir ama hukuken iddiaların bir yargılama konusu yapılamayacak olması, siyasi sorumlulukları ortadan kaldırmıyor.
Savcılığın TOKİ soruşturmasına takipsizlik kararı verirken ileri sürdüğü gerekçe delillerin yasadışı yollardan elde edilmiş olmasıydı.
Delillerin yasadışı yollardan elde edilmiş olması, bir yargılama yapılmasına engeldir ama o delillere dayanılarak ortaya sürülen iddiaların gerçek olmadığı anlamına da gelmez.
Elbise torbalarında, çikolata tepsilerinde paraların dağıtılmadığını göstermez. Bakanların işadamlarına kıyak yapmak için rüşvet aldıklarını, hediye saatleri, hediye umre gezilerini ortadan kaldırmaz.
Ayakkabı kutularına doldurulmuş paraları, evlerde istiflenen ve dağıtıla dağıtıla bitirilemeyen paraları “sıfırlamaz”!
Hukukun soramadığı hesabı siyaset sorar, halk bir gün o yakalara yapışır.
Bunu kimse unutmasın!
Paylaş