Paylaş
Ya da amirallere suikast davasından tutuklanan Yarbay Ali Tatar “kafasına sıktığı gün”, Genelkurmay Başkanı o gece nasıl uyudu?
Kendi subayının cenazesinde yuhalanmak nasıl bir acıdır?
-Ne hissettiler?
-Garip bir eziklik miydi?
-Utançla karışık bir çaresizlik mi?
Öyle merak ediyorum ki o hisleri... O tarifsiz acıyı? Panzehiri var mıdır?
O an kendileriyle baş başa kaldıklarında...
Yataklarında, makam odalarında, makam otolarında ne hissettiler?
Önce şunu bilmek lazım.
-Duygu insan işidir. Ne olursa olsun insancadır.
-Ağır da olsa, acı da olsa, o gün bastırdığınız duyguyu, bir gün en yüksek perdeden kendinize tercüme etmek zorunda kalırsınız.
VİCDAN DİLİ
Ben işte o “vicdan dili”nde tercüme anını merak ediyorum.
Yoksa cılız bir soru işareti, kanlı bir vida gibi vicdanlarda dönüp durdu mu?
İşte yine söylüyorum:
Eğer bir ülkede ölümler vicdanlara yakışmıyorsa, adalet yatağını kaybetmiş bir nehir gibi savrulup gider.
Kurur...
Ve sormaya devam ediyorum.
İnsan kendisiyle baş başa kaldığında...
Yani vicdanın en tenha halinde...
Yani kalbin en mahrem anında...
En keskin soruyu sorsa, nasıl bir cevap alır?
İşte Kocatepe Camisi’nde bir cenaze kaldırdılar...
Deniz subayı Murat... Balyoz tutuklusuydu. Onuru, bir balyoz gibi indi vicdanına.
Beyin kanamasından gitti.
Arkadaşları musalla taşından alıp bir ölümü yüklendiler.
Bense hâlâ aynı soruyu soruyorum:
“Orada yuhalanan Deniz Kuvvetleri Komutanı acaba ne hissetti?”
-Eve gittiğinde, akşam yemeğine nasıl oturdu?
-Eşi ne dedi mesela?
Yanlış anlaşılmasın.
Deniz Kuvvetleri Komutanı’nı yuhalayanları övmüyorum.
Tam tersine bu yuhalamalara karşıyım.
Ben daha çok komutanın Kocatepe Camisi’nde yaşadığı o “ıstırabı” soruyorum.
Nasıl acı ve ağır bir durumdur bu.
Kendisini hiç tanımam ama, mutlak o da bu ordunun şerefli bir mensubudur.
Kim bilir ne kadar levent yetiştirmiştir.
Ve mutlaka hukuk çerçevesinde bir komutan olarak elinden geleni yapmıştır.
Daha açık bir şekilde söylersem...
Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın o acıyı bile bile oraya gitmesini önemsiyorum.
Ve bir subayı için “yuhalanıyor” olmasının verdiği o ıstırabı anlamaya çalışıyorum.
Aniden iki kürek kemiği arasına giren bir hançer gibi bir şey olsa gerek.
Ve en önemlisi...
Bir subayının cenazesinde, üzerine gelen yuhalamalara rağmen, komutanın o ıstıraba göğüs germe pahasına oraya gitmesini onurlu bir davranış olarak görüyorum.
Bilerek gitti. Acıyı, gözyaşını, tepkileri bilerek gitti.
Hayat bazen mecburi istikamet acılı bir yol çıkarır insanın önüne.
Bu da böyle acılı bir kader işte.
Evet çok merak ediyorum.
Kendi subayının cenazesinde yuhalanmak pahasına oraya giden komutanın o yuhalama anında ne hissettiğini?
Buradan tek bir şey söylemek geliyor içimden...
Üzülme komutan. Aldırma o ‘yuh’lara... Bırak, hıçkırıkların kalbine ritim olsun.
Sen evladının cenazesine giderek en doğrusunu yaptın...
Cesurcaydı. Helal olsun...
ÖSYM Başkanı bu çığlığa bir kulak ver
SÖZÜ uzatmadan aynen aktarıyorum. Dün bana mesaj halinde bir çığlık geldi.
Diyor ki:
“18 yaşında lise son sınıf öğrencisiyim ve LYS’ye hazırlanıyordum... Başarılı bir şekilde ilk sınavı (YGS) geçtim. LYS’ye de çok tempolu bir şekilde çalışıyordum... LYS sınav ücretini yatırdım interneten fakat giriş yapmamışım, annem yaptı zannediyordum. Ders çalışmaktan hiç farkında değilim ve sınava giremiyorum. ÖSYM de bu konuda çok katı, kesinlikle başvuru süresi uzamayacaktır diyor, lütfen yardımcı olun. Emeklerimin karşılığını almak istiyorum, çok çaresizim, lütfen sesimi duyun, yalvarırım...”
İnsanlık namına yapılabilecek bir şey varsa, yapın lütfen...
Paylaş