Paylaş
Kendisini sağlığında son kez 2003 yılının sonlarında, New York’ta gördüm. Kanserdi, çok ağır bir kemoterapi tedavisi görüyordu; karlı bir günde parkta onun gücünün yettiğince kısa bir yürüyüş yapmış, sonra da bir banka oturup sohbet etmiştik, bir yandan güvercinlere ekmek atarak.
Sonsuz bir merakla gelecekten söz ediyordu; gelecekte olacakları görmek istiyor, kendi pozisyonunu ona göre belirlemeye çalışıyordu. Oysa canıyla savaşıyordu o sırada.
Bu tedavinin ardından Türkiye’ye döndükten birkaç ay sonra aramızdan ayrıldı. Sonradan anlıyorum, ölmezden önceki aylarını geleceği planlamakla geçirmiş. Yani o öldükten sonra ne olacak. Sadece Sabancı şirketleri değil; Türkiye ne olacak?
Sakıp Sabancı’nın ve Sabancı ailesinin vizyonunun topluma bıraktığı iki önemli miras var: Sabancı Üniversitesi ve Sabancı Müzesi.
Onun çocuğu olan üniversite, onun ölümünün ardından Amerika’nın başkenti Washington’da, bu şehrin en saygın birkaç düşünce kuruluşundan biri olan Brookings Institute’ta bir yıllık ‘Sakıp Sabancı Konferansı’ başlattı. İlk konferansı eski Amerikan Dışişleri Bakanı Madeleine Albright vermişti, bu yıl 10. kez yapılacak konferansı yine o verdi.
Bu on konferanstan çoğunu gelip yerinde dinledim, konferans sonrası yapılan yemekli tartışmalara katıldım. Bunların hiçbirinde Türkiye konuşmaların veya tartışmaların ana gündemi olmadı. Elbette hep Türkiye’den söz edildi ama çok daha geniş bir perspektif içinde, o sıradaki önemli dünya sorununun çerçevesi içinde Türkiye’nin rolü de konuşuldu.
Ben bu bakış açısının ve bu tasarımın çok daha doğru ve çok daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. ‘Türk’ün Türk’e propagandası’ yerine dünyada ne olup bittiğine bakmak, dünyada olan şeyler açısından Türkiye’de geleceği görmeye çalışmak, kısaca ‘Dünyalılaşmak’ çok önemli.
Yoksa, işten eve evden işe gidip gelmek, farklı hiçbir görüşe tanık bile olmadan kendi dünyamıza, gettomuza hapsolmak, sadece bizim gibilerle bir araya gelip birbirimizi gaza getirmek kişisel hayatta insanı ne kadar çıkmaza götürürse, bir ülke için de sanki geride bir dünya yokmuş gibi davranmak aynı çıkmaza girme tehlikesini içerir.
Türkiye, kendini dünyanın bir parçası olarak hissettiği ölçüde, dünyanın sorunlarını kendi sorunu olarak görüp konuştuğu ölçüde bir yerden bir yere gelebilir.
Washington, seçimden önce CHP’yi sonra AK Parti’yi merak ediyor
AMERİKA’nın başkentinde bir nevi Türkiye çıkarması var. En önce Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği heyeti geldi buraya, onları Ankara’nın etkili düşünce kuruluşu SETA izledi, şimdi de Sakıp Sabancı adına yapılan konferans var. Bunların hepsi aynı haftaya sığınca, buradaki Türkiye ilgisinin ilginç detayları da belirmeye başladı.
Örneğin, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın da konuşmacıları arasında yer aldığı SETA’nın toplantısında bir panele katılan hem de Sabancı Konferansı’nın düzenleyicisi olan Sabancı Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi’nin direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman’ın ilginç bir gözlemi var:
‘Seçimden önce bu şehirde herkes Cumhuriyet Halk Partisi’ni konuşuyor, bu partinin seçimde başarılı olup olmayacağının üzerinde duruluyor; seçimden sonra da AK Parti konuşuluyor. SETA toplantısında konuşmaların da, Amerikalılardan gelen soruların da ağırlığı AK Parti’nin yenilmezliği hakkındaydı.’
Bu sözleri dinleyince ben de dayanamadım: ‘Bir nevi Nişantaşı gibi... Önce temenniler, sonra gerçekler...’
Şaka bir yana, Amerika’nın bugünlerde Türkiye’ye çok özel bir ilgi içinde olduğunu söylemek imkânsız. Her zamanki gibi Türkiye ile ilgili toplantılara daha çok işi Türkiye’yi yakından izlemek olan uzmanlar katılıyor. Türkiye’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi hakkındaki papatya falları bile burada bir yere kadar ilgi uyandırıyor; çoğunluk Türkiye’de halkın kararını verdiğini görmüş, kabullenmiş durumda.
Paylaş