Başbakan’ın samimiyetinden bize ne?

DEVLETİMİZ, bundan 99 yıl önce yaşanmış olan ve o zamanlar Anadolu’daki nüfusu 1.5 milyonun hayli üzerinde olan Ermeni komşularımızın bugün hâlâ aramızda olan 70 bini hariç hepsinin Anadolu’dan silinmesiyle sonuçlanan acı ve kanlı olaylarla ilgili olarak bir taziye mesajı yayınladı.

Haberin Devamı

Bu, bir ilk.
Hayır, ölenlerin torunlarına 99 yıl sonra başsağlığı dilendiği için bir ilk değil sadece; bir de devletimizin onu zorlayan herhangi bir iç veya dış konjonktür yokken bunu kendi kendine yapmış olması bakımından bir ilk.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan adına ve Başbakanlık tarafından yapılan yazılı açıklamayı pek çok bakımdan yetersiz bulabilirsiniz; arkasındaki siyasi amaç ve hedefi sorgulayabilirsiniz veya böyle bir mesajın yayınlanmış olmasını bile öve öve göklere çıkarıp ‘Tamamdır bu iş’ diye düşünebilirsiniz.
Bütün bu tutumları bir arada veya ayrı ayrı görüyoruz da zaten.
Ancak bu tutumlardan ayrılan bir başka bakış açısı daha var, en basitinden ‘Gezi olaylarında ölenler için başsağlığı dilemeyen Başbakan, Ermenilere başsağlığı dilerken samimi olabilir mi’ diyen.
Başbakan Erdoğan’ın Gezi olaylarında hayatını kaybeden onca kişiye başsağlığı dilemediğini, hatta son olarak aylarca hastanede hayat kavgası verdikten sonra ölen Berkin Elvan’ın annesini bir mitingde kalabalığa yuhalattığı gerçeği ortada duruyor.
Bu tutumlar Başbakan’a ilişkin sadece siyasi tutumumuzu değil onun kişiliğine ve insani duyarlığına ilişkin kanaatlerimizi de oluşturuyor kuşkusuz.
Ancak Ermeni meselesinde yapılan açıklamanın bu tutumlarla bir ilgisi yok. Başbakan’ın açıklamasında samimi olup olmadığını sorgulamak da, bana soracak olursanız anlamsız.
Çünkü Başbakan Erdoğan bizim akrabamız, arkadaşımız veya mahalle komşumuz değil. Adı üstünde, o Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı. Onun adına yapılan yazılı açıklama, bir çeşit hukuk metni. Bundan sonra uluslararası ilişkilerde bu metne sık sık atıf yapıldığını göreceğiz.
Burada illa bir samimiyet sorgusu yapılacaksa, Başbakan’ın şahsi samimiyetini değil Türkiye Cumhuriyeti devletinin açıklamasında samimi olup olmadığını sorgulamalıyız. Onun için de zamana ihtiyacımız olduğu açık. Unutmayın, Başbakan Kürtlerden asimilasyon politikaları nedeniyle, Alevilerden Dersim katliamı nedeniyle ve Romanlardan uğradıkları ayrımcılıklar nedeniyle özür dilerken de aslında devlet adına konuşuyordu.
Dilenen bu özürlerin gereğinin, yani özür dilemeye neden olan uygulamaların hâlâ tamamen veya kısmen yürürlükte olması, Başbakan Erdoğan’ın şahsi samimiyetinin ötesinde devletin samimiyetiyle, devletin verdiği sözü tutup tutmamasıyla değerlendirilmeli.
Dikkatli gözlerden kaçmamıştır; 1915’te Ermenilere yaşattığımız büyük kıyım ve acılarla ilgili açıklamada bir özür dilenmiyor; açıklamanın geçmişten tek farkı inkâr politikalarına son verilmesi ve ‘ortak acı’dan söz edilmesi.
Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti devletinin daha gitmesi gereken çok yol var bana kalırsa. Sadece Ermenilere yapılan kıyımdan ve yaşatılan büyük acılardan ötürü özür dilemek de yetmez; o acılar yaşattığımız Ermenilerin çocuk ve torunlarına vatandaşlık vermeli, el konulan mal ve mülklerin tazmininin önünü açmalıyız.

Haberin Devamı

‘Soykırım’ mı değil mi?

AÇIKÇASI
1915’te yaşananlara ‘Soykırım’ adını vermek çok kolay ama yaşananlara bu ismi takmanın bireylerin veya parlamentoların değil mahkemelerin işi olduğunu düşünüyorum.
Yoksa, dediğim gibi 1915’te İstanbul ve Anadolu’da 1.5 milyondan fazla Ermeni yaşıyordu; bugün 70 bine düştü sayıları. Aradaki fark, katledilen, sürgüne zorlanan, sürgün yollarında türlü perişanlıklar, hastalıklar ve ırkçı çetelerce öldürülen, dünyanın dört bir yanına savrulmak zorunda bırakılanlardan oluşuyor.
Ermeniler Anadolu’nun yerli halkıydı, buradaki tarihleri Türklerden çok çok eskiye dayanıyordu ve bugün yoklar. Bu durum ortadayken, bu acılara bahane bulmaya çalışmak başlı başına bir zavallılık hali.

Yazarın Tüm Yazıları