Paylaş
Zarrab’ın anlattıklarından öğreniyoruz ki bugün iyi kötü bir ekonomik denge içinde yaşıyorsak, bunu ona borçluyuz.
Ne TÜSİAD’ın sanayicileri, ne TUSKON’cular, ne yeşil sermaye, ne Anadolu kaplanları!
Ve tabii ki ne de ekonomi yönetimi! Ali Babacan filan hikâye!
Zarrab diyor ki, “200 ton altın ihraç ettim, Türkiye’ye 25 milyar lira kazandırdım”.
Hızını alamıyor ve devam ediyor: “Cari açığın yüzde 15’ini kapattım.”
Bunu okuyunca Reza Bey’in bakanlara filan neden bol keseden para dağıttığını daha iyi anlayabildim.
Çünkü Reza Bey kardeşimiz hesap bilmiyor!
Söylemesi ayıptır, geçenlerde bir arkadaşımın çocuğuna düğün hediyesi olarak bir cumhuriyet altını aldım.
Bildiğim kadarıyla bir cumhuriyet altını 7 gramdan biraz fazla. Küsuratlarla uğraşmayalım diye gramının da 80 lira olduğunu kabul edelim.
200 ton altın 200 bin kilo ediyor. Sizi zorlamayayım 200 milyon gram!
200 milyon gram altını kuyumcudan alırsak ödeyeceğimiz para aşağı yukarı 16 milyar lira tutar.
Bugün bonkörlüğüm üzerimde hadi 1 milyar da benden olsun, etsin 17 milyar lira!
Ama Reza Bey kardeşimiz bir sihirbaz sanki, 200 ton altını ihraç edip, 25 milyar lira kazandırdığını söylüyor.
“İyi de bu kadar altını nereden buldun, kaça aldın, kaça sattın ki memlekete 25 milyar lira kazandırdığını söylüyorsun” diye sorulmamış kendisine. Belli ki, Sabah’taki arkadaşlar Reza Zarrab’ın aynı zamanda bir simyager olduğunu düşünüyorlar!
Konyaaltı plajından 200 ton çakıl topluyor, biraz kaynatıyor, üzerine bazı karışımlar döküyor, sonra bir büyü, hop 200 ton altın elde!
Sonra bunu hesap bilmez İranlılara 25 milyar liraya kakalıyor. Halbuki adamlar bu kadar altını Kapalıçarşı kuyumcularından alsalar, ceplerinde en az 9 milyar lira kalır.
İşte bu adamın neden genç yaşında bu kadar zengin olabildiğini bu röportaj sayesinde anladım. Birincisi simyager, altın üretebiliyor!
İkincisi yaman bir tüccar, İranlıları acayip bir fiyattan altın satın almaya ikna edebiliyor.
Bunu söylemeyi hiç istemezdim ama yazmak zorundayım, Sabah’taki arkadaşlar da hiç hesap bilmiyor!
Röportajı yapan muhabir, onu okuyup sayfaya koyan editör, röportajın anonslarını birinci sayfaya koyan yazı işleri müdürü ve en nihayetinde genel yayın müdürü!
Ya hiç kuyumcunun önünden geçmemişler ya da o kadar çok para kazanıyorlar ki satın aldıkları altına kaç para verdiklerine dikkat bile etmiyorlar. Hiçbiri demiyor ki “acaba bu arkadaş biraz palavracı olabilir mi”?
Hiçbirinin aklına gelmiyor ki “cari açığın yüzde 15’ini 200 ton altın satarak kapatabiliyorsak, neden bütün açığı kapatmayı düşünmedik”?
Hiçbiri sormuyor ki “sen bu altını kaça alıp, kaça sattın ki 25 milyar lira para kazanabildin”?
Mehmet Ali Ağabey’den (Kışlalı) gazeteciliğin bir “merak ve kuşku duyma” mesleği olduğunu öğrenmiştim.
Demek ki havuz medyası olmanın bir koşulu da merak etmemek, kuşku duymamakmış!
Bu da genç gazeteci arkadaşların kulağına küpe olsun.
Birisi size böyle hikâyeler anlatırsa elbette önce dinleyin ama sonra bir çarpıp, bölün.
Günün birinde seçimle gitmemek için
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan emir vermiş, seçim sistemi değişecekmiş.Türkiye ya her seçim çevresinden bir milletvekili seçecekmiş ya da seçim çevreleri 5’er milletvekili çıkaracak şekilde daraltılacakmış.
Teklifin ucuna da bir havuç eklenmiş, “seçim barajı düşürülecek ya da tamamen kaldırılacakmış”.
Gazetelerde bu değişiklikle, AKP’nin bugünkü sistem ve bugünkü oyuyla çıkarabileceği milletvekilinden 50-70 arası daha fazla milletvekili çıkarabileceği hesaplandığını okudum. Bunu neden istediğini tahmin etmek kolay.
Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa başka türlü ulaşamayacağını gördü, onu sağlamak için seçim sistemini değiştirecek.
Sonra da Anayasa’yı değiştirip, Amerikan başkanlarını bile kıskandıracak yetkilerle donatılmış olarak Çankaya’da hüküm sürmeye başlayacak.
Seçimle gelen diktatörlerin, hiçbir zaman seçimle gitmediklerini biliyoruz.
Belli oluyor ki Recep Tayyip Erdoğan da bu işi pek sevdi, günün birinde seçimle gitmemek için seçim sistemleriyle oynayıp duracak.
Gül’ün erken emekliliği
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, “Bu şartlar altında siyaset yapmam” dedi ve gazetelerdeki “yandaş” yorumculara göre bu sözler bir Abdullah Gül-Recep Tayyip Erdoğan çekişmesi bekleyenler için hayal kırıklığına neden olmuş.
Merak ettim, böyle bir çatışmayı bekleyecek kadar saf olan kim vardı?
Başından beri bu konuda (yani kimin cumhurbaşkanı olacağı konusunda) karar verici mercinin Recep Tayyip Erdoğan olacağı belliydi. Ve nitekim kararını da verdi, cumhurbaşkanı olacak. Partide ve hükümetin başında görmek istediği kişi de Abdullah Gül değil.
Sıradan, kişiliğini Erdoğan’a rahatça ezdirecek ve bundan hiç rahatsız olmayacak çapta bir siyasetçi istiyor ve muhtemelen onunla ilgili kararını da çoktan vermiş durumda.
Ve öyle bir ismi bu partide bulmak zor değil, maşallah sürüsüne bereket!
Abdullah Gül’ün bu partide bir ağırlığı olduğu su götürmez ama bu ağırlık, Recep Tayyip Erdoğan ile aynı sıklette güreşmek için yeterli olmaz.
Ama kimse de Erdoğan’ın, Gül’ü kaldırıp bir kenara atacağını zannetmesin. Onun gururunu okşayacak, daha önce cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık yapmış bir siyasetçiyi mutlu edecek bir pozisyon vs. yaratacaktır.
Abdullah Gül, günün birinde partiyi ve memleketi kurtarma hayalleriyle o pozisyonun tadını çıkarmaya çalışmalı, kendini şimdiden buna hazırlamalı.
Hem erken emeklilik de o kadar kötü bir şey sayılmaz!
Paylaş