Paylaş
İlk hissim, Türkiye’nin ne kaçırdığını bizzat görmenin verdiği üzüntüydü.
Ancak müzeye gitme nedenim, bu değildi...
Brezilyalı sanatçı Ernesto Neto’nun sergisini görmek istemiştim.
BİNANIN İSMİNE BİTTİM VE GİTTİM
Bir gün önce yaş günümü kutlamıştım ve serginin adı tam da o günkü ruh halime uygun düşüyordu:
“Beni taşıyan beden...”
Ben de, beni taşıyan bedenimle müzeden adımımı attım ve karşılaştığım ilk şey, girişte, müzenin beşinci katına kadar yükselen tavandan sarkan eserler oldu.
Sırtüstü yere yattım ve yukarıdan bana doğru sarkan objelere dakikalarca baktım.
Bazılarına göre insanın bütün iç organları yukarıdan asılı duruyordu.
Bense, yorgun bir erkeğin testislerini görür gibi oldum.
Sonra üst katlardaki salonlara girince, kendimi fantastik bir âlemde dolaşırken buldum.
Ernesto Neto 1964 doğumlu Brezilyalı bir sanatçı.
Eseri için, “Soyut minimalizmin ötesinde” ifadesi kullanılıyor.
Guggenheim Müzesi’nin binası, kendi başına bir sanat eseri.
Hayatımda bir mekânın ebedi bir enstalasyon olarak tasarlanmasının belki de ilk örneğini burada gördüm.
O bina bomboş bırakılsa da bir sanat eseri.
Ama bu binaya en uygun sergi nedir derseniz, hiç düşünmeden Ernesto Neto derim. “Beni taşıyan beden...”
O BENİM BİÇİMİMİ ALIYOR, BEN ONLARIN BİÇİMİNE GİRİYORUM
Harika bir isim. Her şeyi anlatıyor ve ben de kendi bedenimle, binanın her tarafını dolduran eserlerin arasında 4-5 saat geçirdim.
Her şey yukarıdan aşağı asılmış.
Sonra yerde devam ediyor.
Her şey büyük. Her şey yumuşak. Her şey biyoform...
O sizin biçiminize giriyor, siz onun biçimini alıyorsunuz.
Sanat eserinin kendisi haline dönüşmek olağanüstü bir duygu.
Ağların içine doldurulmuş yumuşak sünger topların üzerine kendimi bırakıyorum.
Üstümde lambalar gibi sallanan objelerin her birine kendimce şekil veriyorum. Kimi iç organlarıma, kimi dış organlarıma dönüşüyor.
Göremediğim organlarımı görüyor, kalbimin atışlarını seyrediyorum.
Kendi organlarımın farkına vardığım bu fantastik yolculukta Neto’nun şu sözlerini düşünüyorum:
“Bizi birleştiren şeyler, ayıranlardan daha önemlidir...”
İspiyonculuğa, gammazlığa ve ihbarcılığa dönüşmüş aşağılık komplekslerini bedenlerine taşıtanları da düşünüyorum.
Ne kadar ağır ve meşakkatli bir yük olmalı diyorum.
Safralarını atmış fani bedenim, ona kendini taşıtan ruhum bu müzede o kadar hafif ve yükseklerde...
Onlarınki ise o kadar alçak ve alçaktaydı ki...
Yukarıdan bakınca çok küçük görünüyorlardı...
Ve optik bir yanılma da değildi...
YİRMİ DÖRT SAAT ÖNCE DE UÇURUMUN TEPESİNDEYDİM
Instagram’ın harika fotoğrafçısı arkadaşım Levent Özçelik, serginin yasak olmayan yerlerinde fotoğraflar çekiyor.
Oradan müzenin giriş katındaki Richard Serra’nın dev labirentlerine dalıyoruz.
Boşluğun dayanılmaz hazzını, labirentin içinde kaybolmanın tuhaf heyecanını yaşıyoruz...
Guggenheim harikaydı.
Kapıdan çıkarken, İstanbul’un kaçırdığı büyük fırsatı bir kere daha içimde hissettim.
Frank Gehry gerçekten büyük mimar.
Havaalanına doğru giderken bir gün öncesine dönüyorum.
Bir uçurumun kenarındayım ve aşağı bakıyorum.
Uçurumun dibinde bir beden yatıyor ve o benim bedenim.
O gün yaş günüm...
Beni taşıyan şu fani bedenin hikâyesi de yarın inşallah...
Babek kapıya dayandı açmazsak kapı kırılacak
ARAŞTIRMACI gazeteci olsam...
Ki değilim...
Ama olsam, bugünlerde yapmak isteyeceğim tek şey olabilirdi.
İran’da olmak...
Orada olmak ve Babek davasını izleyebilmek.
Seçimden önce uyarıcı bir yazı yazmıştım.
İran, kayıp 2 milyar dolarının peşine düştü ve paranın izini ciddi biçimde arıyor.
Olay Türkiye sınırına dayandı.
Aynen böyle yazmıştım ve bu olay aydınlandığı takdirde, Türkiye’de bazı kişilerin kaçmak zorunda kalabileceğini söylemiştim.
Dediğim çıktı.
Olay Türkiye sınırına, hatta Ankara’ya dayandı.
İran’dan gelen haberler doğruysa, Babek İranlı savcılara, Türkiye’deki bağlantılarını tek tek anlattı.
Yani savcının dosyasında şu an muhtemelen kalabalık bir isim listesi bulunuyor.
Bu isimler kimdir bilmiyorum.
Ama Türkiye ile İran arasındaki karanlık koridorlarda dolaşan paranın miktarı dudak uçuklatacak boyutta.
Bu paranın bir kısmı Dubai, bir kısmı Türkiye üzerinden bir yerlere gidip geliyor.
Eminim en az İran kadar Amerika Birleşik Devletleri de bu hayalet paranın peşinde.
Bu olay Türkiye’de saklansa da, bir gün mutlaka dış basında patlayacak.
Hem de öyle uzak bir zamanda değil...
Kahve falında görünüyor.
Üç vakte kadar büyük bir skandal var.
Olağanüstü bir Ortadoğu sitcom’una hazırlanın...
700 bin liralık saatlerin falan çerez kabul edileceği bir sitcom olacak bu...
Hissediyorum.
Paylaş