Paylaş
Plaj bomboştu, ama boş bir sayfiye kasabasının hüznü yoktu.
Tuhaf, San Sebastian papatya şehri ve Ege’de bana baharı haber veren papatyalar burada da plaja kadar inmişti.
Yanıma Ülkü Tamer’in yeni yayınlanan kitabını almıştım, ama kafamda, hiçbir zaman unutamadığım, hep böyle zamanlar için saklı tuttuğum o dize vardı:
“İçime çektiğim hava değil gökyüzüdür...”
Dizeyi tamamladım:
“Dudaklarıma değdirdiğim su değil okyanustur...”
İşte tam orada, ülkemle ilgili en trajik cümle aklıma geldi...
“Türkiye’nin yüzde 51’i yok...”
Dolayısıyla...
“Biz ne yazık ki artık bir ‘Millet’ değiliz...”
* * *
Çok basit, alelade bir cümle değil mi...
Cümleyi içinizden bir kere daha tekrarlayın ve üzerinde düşünün.
Bu ülkenin yüzde 51 konsensusu yok..
Yani, ortak bir ülkeyi paylaşmak ve birlikte yaşamanın asgari şartlarını oluşturmuş bir iklim ve kültürümüz yok.
Adeta birbirini ortadan kaldırmaya ant içmiş insanlar gibi, zoraki bir duyguyla yan yana yaşıyoruz...
Bir tarafta kendini muzaffer ilan etmiş “Kartaca fatihleri...”
Öteki tarafta kendini denize dökmeye gelecek “Kartaca fatihleri”ni bekleyen insanlar...
Bir taraf mağrur, öteki taraf mağdur...
Ve biz bu ülkede hâlâ bir ‘millet’in yaşadığına inanmak istiyoruz...
* * *
Hayır bu ülkenin yüzde 51’i yok...
Yani yüzde 51’inin aynı duyguları paylaştığı, fikir birliği içinde bulunduğu ortak semtlerimiz kalmadı.
İktidar dahil hepimiz gettolarda yaşıyoruz.
Kimimiz Anadolu’nun uçsuz bucaksız gettolarında, kimimiz büyük şehirlerin sınırları oyla çizilmiş semt gettolarında.
Evet biz artık bir “Millet” değiliz...
Adı konmamış, manevi bir konfederasyona çevirdiğimiz bir ülkemiz var..
* * *
Okyanus, insanın ruhunu genişletiyor...
Ciğerlerinizin ve zihninizin hacmi büyüyor.
Çakralarınız açılıyor ve vesikalıkları karşınıza koyup, ondan büyük bir aile fotoğrafı çıkarmaya çalışıyorsunuz.
Biz, yeniden bir “Millet” olmayı nasıl öğrenebiliriz?
Yüzde 51’in üzerinde bir konsensusla çizilmiş yeni bir Misak-ı Milli’yi nasıl yaratabiliriz?
Birbirimizle nasıl bir kontrat yapabiliriz; bizim de bir Magna Carta’mız olabilir mi?
* * *
Hepimiz biliyoruz ve farkındayız...
Adı konmamış bir içsavaş yaşadık, yaşıyoruz...
Elimizde silah yok...
Ama dilimiz, nükleerden daha tehlikeli bir silaha dönüşmüş.
Her gün birimiz, birilerimiz vuruluyor...
Ve hepimiz, iki cephede, birbirini bitirmeye ant içmiş bir mücahitler savaşının parasız askerleriyiz...
Centilmenlik denen ruhun unutulduğu bir savaş bu...
Evet sandığa güveniyoruz...
Allah’tanki en büyük imanımız hâlâ demokrasi...
Seçimler yapıyoruz...
Bir daha yapıyoruz...
Ama her defasında oylarımızla yeni gettolarımızın sınırlarını bir kere daha çiziyoruz.
Orası sizin, uzaktaki orası onların, burası bizim, şurası kimimizin, berisi...
Berisi de kimin belli değil...
Ne yazık ki, her seçim bir kere daha gösteriyor.
Biz artık bir “Millet” değiliz...
Tek bayrağımız var, ne yazık ki hepimizin üzerini örtemiyor.
Tek dilimiz var...
Ne yazık ki o dille, konuşmak yerine vuruşuyoruz...
Tek vatanımız var...
Ne yazık ki kafamızı gettolarımızdan dışarı çıkaramıyoruz.
Adalete susamışız...
Ne yazık ki hepimizin güvenebileceği tarafsız bir yargısı yok.
Devletimiz var...
Ama hepimizin kendimizi güven içinde hissedebileceğimiz bir polisimiz yok...
* * *
Artık karar verme zamanı geldi...
Bundan böyle hepimiz gettolarımızın sınırlarını surlarla çevirip, adı konmamış bu manevi konfederasyonda mı yaşayacağız?
Yoksa getto duvarlarını yıkıp yeniden tek millet olmanın yolunu mu arayacağız...
Bize artık yüzde 51’in ötesi, çok ötesi gerek.
Çünkü son 12 yıl, birçok başarının yanında, çok yıkıcı, çok yorucu, çok yıpratıcıydı...
Kendini muzaffer hissedenler için de...
Denize dökülmeyi bekleyenler için de...
Herkesin kişiliğini, karakterini, renklerini koruyarak bir millet olmak...
Güzel bir şeydir...
Bir kere de onu denemeliyiz...
Paylaş