Paylaş
Cumhurbaşkanı seçiminin halk tarafından yapılmasını öngören Anayasa değişikliği tartışmaları sırasında bu itirazlar hiç dile getirilmemiş gibi!
Ama o vakitten beri belli ki Başbakan’ın aklında “Başkanlık ya da yarı başkanlık” sistemi vardı.
Şimdi seçim kapıya dayanınca alttan alta o isteğin gündeme getirildiğini, parlamenter rejimde yetkili bir Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın uyum içinde çalışamayacağının söylendiğini işitiyoruz.
Bu tartışma, Recep Tayyip Erdoğan’ın “tek adamlık” heveslerinden kaynağını alıyor.
Normal olarak Anayasamız Cumhurbaşkanı’nın görevlerini de, Başbakan’ın yetkilerini de açıkça tanımlıyor.
Demokratik kuralları içine sindirmiş, Anayasa’ya aykırı işlem yapmayı aklından geçirmeyen bir Cumhurbaşkanı ve bir Başbakan arasında neden yetki tartışması olsun?
Ama her siyasi yorumcu ve siyasetçi kabul ediyor ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olursa, böyle bir tartışma çıkacak, siyasi krizler yaşayacağız.
Bunu engellemenin bir tek yolu var, Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, yerine gelecek Başbakan’ın silik bir siyasi kişiliğe sahip olması.
O zaman da tabii “Abdullah Gül bu genç yaşında emekli mi olacak” sorusu gündeme geliyor.
“Silik” bir Başbakan bulunamazsa diye şimdi Anayasa’nın değiştirilmesi gerektiğinden söz ediliyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın psikolojisine ve siyasi kişiliğine göre yeni bir rejim dizayn edilecek!
Erdoğan’ın ağzından çıkan her kelimeye adeta tapan AKP çoğunluğu, “Peki Erdoğan’dan sonra gelecek kişi bu yetkileri kullanmayacak mı” sorusunu hiç düşünmüyor tabii.
Rejimi böylesine zorlamak yerine daha kolay çözüm akıllarına geliyorsa bile Başbakan’dan korkularından seslendiremiyorlar.
O da AKP tüzüğünün dördüncü kez seçilmeye olanak verecek şekilde değiştirilmesidir.
Böylece o da rahatlar, memleket de yeni bir rejim tartışmasına girmekten kurtulur.
Tabii Cumhurbaşkanı seçilip ömür boyu dokunulmazlık kazanmak istemiyorsa!
Ki 17 Aralık’tan sonra ortaya çıkanlar, böyle bir dokunulmazlığı Erdoğan’ın çok ama çok isteyeceğini de gösteriyor.
Sorun muhalefetin proje ortaya koyamamasında
YANDAKİ grafik, Türkiye’nin iki yıllık büyüme ortalamaları ile AKP’nin genel ve yerel seçimlerde aldığı oy oranını gösteriyor.
Ekonomik büyüme ile iktidar partisinin aldığı seçim sonuçları birbiriyle neredeyse tamamen örtüşüyor.
Ekonomik büyüme düşünce oylar düşmüş, ekonomik büyüme ile refah arttıkça oylar da artmış.
Seçmenin boş laflarla değil, cebiyle ve refahıyla ilgilendiğini gösteren çarpıcı bir grafik bu.
Ekonomik büyümenin düştüğü dönemlerde, muhalefet partileri, Başbakan’ın yarattığı gündemin peşinde koşmak yerine seçmenin önüne gerçekçi projeler ve refahı nasıl arttıracaklarını anlatacak politikalar koyabilmiş olsalardı, muhtemelen o dönemlerde AKP’deki oy kaybı daha fazla olacaktı.
Son seçimlerde bunu bir kez daha yaşadık.
Bu grafiği Prof. Dr. Hurşit Güneş’ten aldım.
Güneş, 2015’teki genel seçimlere kadar sürdürülmesi mümkün görülmeyen cari açık ve ekonomimizin içinde bulunduğu duruma dikkat çekiyor ve büyümenin yavaşlamasının AKP oylarındaki erimeye etkisinin devam edeceğini söylüyor.
Nitekim Konda’nın her ay yaptığı araştırma da Ocak 2012’den Mart 2014’te kadar AKP oylarının düzenli olarak azaldığını gösteriyor.
Yüzde 53’lerde başlayan oy oranı, ekonomik büyümedeki yavaşlamaya denk olarak bugünkü seviyesine kadar düzenli olarak düşmüş.
Muhalefet partilerinin bu grafiğe alıcı bir göz ile bakıp seçmenin refahını ilgilendiren politikalar ortaya koymak için önlerinde çok uzun zaman yok.
Zamanı boş gevezeliklerle değil, ciddi ekonomik projelerini anlatarak ve halkı da buna inandırarak geçirebilirlerse, “Halk yolsuzluklara aldırmıyor” iddiasının da geçersizliğini göreceğiz.
Halk yolsuzluk olmadığına inanıyor değil. Sorun, halkın daha iyi bir hayat için önüne seçenekler sunacak ve dürüstlüğü su götürmez bir muhalefet bulamıyor olmasında.
Paylaş