Paylaş
Antep’e... Oradan Halfeti’ye...
Şahane bir yer Halfeti, şiir gibi...
Doğası, dokusu, taş evleri, sokakları, insanları, balığı, duruluğu, huzuru...
Evet, İstanbul’dan ışınlandım ama “uzaylı” gibi değildim Berivan’ın yanında.
Hikâyelerimiz farklı, geçmişlerimiz farklı, bize sunulan imkânlar farklı, verdiğimiz mücadeleler farklı, dert ettiğimiz şeyler farklı...
Ama biz iki kadın, iyi anlaştık.
Benden daha genç fakat başardığı şeyler benden çoook daha fazla.
O yüzden saygı duyuyorum Berivan’a.
Hepimizin bir “başlangıç noktası” var hayatta, benim için önemli olan, yaşam denilen zaman diliminde, ne kadar ileriye sıçrayabildiğimiz, ne kadar ileri gidebildiğimiz, kendimizi ne kadar geliştirebildiğimiz...
Hali vakti yerinde bir ailede doğup, bütün imkânlar tabak içinde sunulmuşken, tabii ki iyi bir eğitim alırsın, tabii ki daha kolay iş bulursun, çalışırsan da, tırnak içinde başarılı olursun, başarılı olmaktan kastedilen şeylere ulaşırsın...
Bunu da yapamayanlar var ama çoğunluk, doğduğu noktadan ileri gidiyor.
Ama bazıları var ki, Berivan gibi çoook daha ileriye gidiyor.
Varlık içinde yüzen biri değil Berivan, (300 lira kocasından nafakası alıyor, belediye başkanı olmadan da kuaförde çalışıyordu, oradan da 700)...
“İleri”den kastettiğim zaten para değil...
Mesela köyünde, boşanmayı başarmış ilk kadın o... Eziyet eden, şiddet uygulayan bir kocadan 14 sene sonra da olsa ayrılmayı başarabilmiş biri o...
Bunu çevresine kabul ettirebilmiş biri o...
Berivan, 15 yaşında teyze oğluyla evlendiriliyor.
Akraba evliliği olduğu için, çocuklarından birinin genetik rahatsızlığı var.
İki çocuklu Berivan, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen kendine yeni bir hayat kurabiliyor.
Bu da ona müthiş bir özgüven kazandırıyor.
O da, belediye başkanı olarak bölgesinin kadınlarına en çok bunu öğretmek istiyor.
Özgüveni.
Çocuk gelin gerçeğine karşı çıkmayı, akraba evliliğiyle mücadele etmeyi, şiddete boğun eğmemeyi, ekonomik özgürlüğünü kazanabilmeyi...
O, kadınlara “ayna” olacak...
Gözü kara, cesur ve kararlı Berivan...
Ben ona inanıyorum, mücadelesinde şans diliyorum.
Bugün ve yarın onun hikâyesini okuyacaksınız...
Seni tanıyabilir miyiz?
-Adım Berivan. 81’liyim. Diyarbakır’a bağlı bir köyde doğdum, Kocaköy. 5 kardeşiz...
Nasıl bir çocuktun?
-Başkaları üzülmesin diye hep problem halleden, sorun çıkarmayan bir çocuktum. Bu yörenin kadınları hep böyledir, aslında bütün kadınlar böyledir. Savaşımı hep kendi içimde verdim, kimseden yardım istemedim.
Anne-baba?
-Başkalarının topraklarında ırgat olarak çalışıyorlardı. Yokluk ve yoksulluk diz boyuydu.
Okul?
-Ancak ilkokulu okuyabildim. 90’lı yıllar fenaydı. Köylerin yakıldığı, insanların gözaltına alınıp, bir daha evine dönemediği yıllar. Barış sürecinde, insanların kemikleri ortaya çıkmaya başladı ve kimlik teşhisi yapıldı. Onlar o yıllarda kaybolan insanların kemikleri işte. O dönemlere şahit olduk. Babam tutuklandı, sürgün edildi. Kimsenin Kürtçeye tahammülü yoktu. Ben 1. sınıfa gittiğimde Türkçe bilmiyordum. Bir sene boyunca öğretmenden dayak yedim...
Neden?
-Nüfusta “Gülistan” yazıyordu, ama ben adımı Berivan biliyordum ve “Gülistan” denince bakmıyordum. Sen misin bakmayan, kafama kafama vuruyordu öğretmen. Berivan ismi yasaklıydı o yıllarda. “Niye Kürtçe konuşuyorsun? Türkçe bilmiyor musun? Kürtçe konuşmak yasak!” tarzında baskılar vardı.
BEN UZAYDAN İNMEDİM
Şimdi Kürtçen nasıl?
-Biraz zayıf. Okuyup yazamıyorum. Kürtçenin çok çeşidi var, akademik Kürtçe denilen, okullarda öğretilen Kürtçeyi pek bilmiyorum. Ders almak istiyorum, Zazaca da öğrenmek istiyorum. Belediye başkanı olarak bir sürü insana hitap ediyorsunuz. Zazaca konuşulanları başkası tercüme ediyor. Bir Kürt kızı olarak, Kürtçeye hâkim olmamayı bir eksiklik olarak görüyorum.
Kadın olmak neyi ifade ediyor bu topraklarda?
-Erkek egemen topraklar buralar. Kadın hep ikinci sınıf, hatta erkeğin kölesi, hizmetçisi. BDP’nin bence en büyük başarısı bu. Kadın-erkek eşitliğini gözetiyor. “Eşbaşkanlık” sistemini önemsiyorum, çünkü bugüne kadar ben hiçbir erkekle eşit olmamıştım. Kadınlarla ilgili bir projen varsa, resmen parti, pozitif ayrımcılık yapıyor. Kadınlar projelerini, kadın encümenlerle birlikte onaydan geçirip, gerçekleştirebiliyor.
Nasıl bir feodal baskıyla baş etmek zorunda kaldın bugüne kadar?
-15’imde evlendim. 14 sene boyunca feci işkenceler yaşadım. Ama boşanmayı aklımdan bile geçiremedim, yok çünkü bizim buralarda böyle şeyler. Kaderine razı olursun.
Peki neden işkence yapıyordu bu adam?
-Sebebi yok. Onun malıydım, kölesiydim. Öyle düşünüyor. Canı ne isterse yapar. Beni uykudan uyandırıp döverdi.
Neden?
-Fazla uyumak sağlığa zararlıymış. Mesela ben çay yaptığım için de dayak yemişimdir.
O neden?
-İsrafmış. Neyimeymiş benim çay içmek...
ERKEK EGEMEN TOPRAKLAR
15 yaşında nasıl evlendin?
-Görücü usulüyle. Teyzemin oğluydu. İki görücüm daha çıkmıştı. Onlar akraba değildi, ben “Bundan zarar gelmez!” diye teyzemin oğlunu seçtim. Babam bana sordu. Babam açık fikirliydi, burada kızlar, babalarının yanında yemek bile yiyemez, ben yiyebiliyordum.
İnsan niye seçer teyze oğlunu. Kardeşin gibi değil miydi?
-Bizi buralarda talibin çıkarsa, önce amcanın oğluna haber gönderilir. “Kızın talibi çıktı, sen talip misin?” diye. Amca oğlu istiyorsa onun hakkıdır, önceliklidir. Akraba evliliği sorun olmaz, bizim köyün neredeyse tamamı böyle.
Peki eziyet ne zaman başladı?
-Daha ilk günden. Döverdi, söverdi, işkence ederdi, bir de ağlamamı, acı çekmemi izlerdi. Başka odaya gidemezdim. O beni ağlarken seyrederdi, bir daha döverdi, “Özür dileyeceksin!” derdi. Sokağa çıkmam yasaktı. Perdelerin altında gazete kâğıdı yapıştırmıştı. Dışarıdaki insanlar beni görmesin diye, ben pencereden sokağa bakmayayım diye. 3-4 kadın daha vardı gittiği. Açıkça söylüyordu. “Ben erkeğim, ben yaparım” diyordu. Benimle ne dışarı çıkıyor, ne bir yere gidiyordu. Beni kimse görmüyordu. Yoktum ben. Ben, o eve geldiğinde hizmetinde bulunacak kadındım. Düşün, ben başka bir odada otururken, çaydanlık yanında dururdu ama o bana seslenirdi, “Gel çayımı koy!” diye. Her gün dayak, kıyamet. O kadar çaresizdim ki, üç kere intihara kalktım. Ama “Boşanırsam kadınım, dul olacağım. Çevre bana nasıl bakacak? Neyle geçineceğim ne bir mesleğim ne bir tahsilim var. Çocuklarım ne olacak, çocuklarıma kim bakacak?” kafamda yüzlerce soru, asla kalkışamadım. Zaten “Eğer böyle bir şey yaparsan, seni de anneni de, babanı da öldürürüm!” diyordu... Bazen o yokken, gizli gizli televizyon izliyordum, çünkü o varken benim izlemem yasaktı, orada kadın haklarından filan bahsediyorlardı. “Erkekler şöyle, böyle” diye anlatıyorlardı. Bırakın kadınlığı, ben insan olmak, insanca muamele görmek istiyordum. “Kadının, erkeğe gücü yetmez!” Bize bu topraklarda hep bu öğretildi... Benim hayatım insanlara şu an tuhaf geliyor. Neresi tuhaf? Sanki Türkiye’de her şey dörtdörtlük, herkes çok mutlu, kadına şiddet yokmuş da, ben uzayda şiddet görüp dünyaya düşmüşüm gibi davranıyorlar. Şu anda biz konuşurken bile kimler ne işkenceler görüyor...
Paylaş