Paylaş
Başbakan’ın seçim sonuçlarının belli olmaya başlamasının hemen ardından yaptığı balkon konuşması, neler ile karşılaşacağımızı gösteriyor.
Başbakan halkı kutuplaştırarak, kendi tabanını konsolide etme politikası tutmuş görünüyor.
Ve önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimi ile gelecek yıl yapılacak genel seçime kadar sürenin artık azalmış olması, bu politikanın sürdürülmesini Başbakan için anlamlı kılıyor.
Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı gösterileri ile başlayan süreci bu amaçla kullanmış, başarılı olduğunu anketlerle görmüştü.
Bu kez yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını hem mağduriyet için hem de kutuplaştırma siyasetinin bir unsuru olarak kullandı ve başarılı da oldu. Aynı zamanda bir taş ile iki kuş vurmuş da oldu.
Böylece yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasından da kurtulmuş, kendi seçmeninin yolsuzlukların yapılabileceğine ilişkin onayını da almış bulunuyor.
Başbakan’ın önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimine kadar izleyeceği ötekileştirme politikalarının hangi eksenlerde gelişebileceğinin ipuçları da balkon konuşmasında var.
Bir yandan cemaat, diğer yandan Suriye, öteki taraftan en başından beri hazzetmediği özgür medya, bu düşmanlık siyasetinden nasibini alacak.
Seçimden önce en çok merak edilen konulardan biri de kuşkusuz ki Fethullah Gülen cemaatinin nasıl bir oy potansiyeline sahip olduğuydu.
Seçim sonuçları ortaya koydu ki cemaatin önemli bir siyasi potansiyeli yok, tabanını politize ederek Erdoğan ile kavgasını sürdürebilmesinin olanağı da yok.
Bunun pratik sonucunu bugün yarın göreceğiz. “İnlerine gireceğiz” sözünü seçim konuşmalarından sonra balkonda da tekrarlaması, konuşmasının önemli bölümünü bu konuya ayırması, Türkiye’yi yeni bir cadı avının beklediğini de gösteriyor.
Yargıyı ele geçirmişti, sıranın Yargıtay ve Danıştay’a geleceğini de seçim konuşmalarında söylemeyi ihmal etmemişti.
Bunu “MİT Kanunu ile birlikte” ele alacaklarını da söylediğini hatırlayacak olursak, hukukun tamamen siyasallaştığı, buna karşılık istihbarat örgütünün eylemlerinin sorgulanamaz hale getirileceği bir ülkede yaşayacağız yorumunu yapmak yanlış olmaz.
Başbakan’ın şimdiki hedefi belli ki ağustostaki cumhurbaşkanlığı seçimidir ve bugünkü seçim tablosu, karşısında etkili bir muhalefet bulunmayacağını da gösteriyor.
Böyle bir tabloda en azından ikinci turda seçilebileceğinin garanti olduğunu da gördüğünü söyleyebilirim. Çünkü karşısındaki muhalefetin ne yeni bir söz söylemesine olanak var, ne geniş kitleleri tatmin edecek bir adayı ortaklaşa bulup çıkarabilmeleri olanağı var. Başbakan’ın kutuplaştırma ve bu yolla kendi oy tabanını iyice sıkılaştırma politikasının sonucu, Türkiye’yi gergin günlerin beklemesi olacak.
Eski bir deyişle söyleyecek olursak, “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete”!
Halkın demokrasi hassasiyeti olmayınca
BİR demokraside meşruiyetin birinci derecedeki kaynağı serbest seçimlerdir.
Bu açıdan ülkemizde bir sorun yok.
Serbest seçimler yapılıyor, devlet olanakları iktidar lehine kullanılıyor olsa da propaganda olanağı var, oylar gizli veriliyor, açık sayılıyor, sonuçlara itiraz yolları açık. Ancak yine de gerçek bir demokrasiden söz edemiyoruz.
Çünkü Türkiye’de bir demokrasinin olmaz ise olmaz kuralları işlemiyor.
Güçler ayrılığı diye bir kavram kalmadı, seçilmiş olmayı biricik meşruiyet nedeni kabul eden bir tek kişi, bütün güçleri elinde topladı.
Öyle bir güç ki istediği soruşturmayı kapattırabiliyor, istediği davalardan mahkûmiyet kararı çıkarmak için yargıçlar üzerinde baskı uygulayabiliyor.
Yolsuzluk soruşturması sırasında hükümetin İçişleri Bakanı’nın, yazdığı haberleri beğenmediği bir gazeteci için polise “Kapısını kırın, alın içeri” emrini verebildiği bir ülkede yaşıyoruz.
“Savcı ile konuşmayı” öneren Emniyet Müdürü’ne “Gerekirse savcıyı da alın” talimatını bile verebiliyor.
Bugün yarın hükümetin TBMM’ye getireceği kanun ile olağanüstü yetkilerle donatılacak istihbarat örgütünün başındaki kişi, savaşa gerekçe yaratmak için “Gerekirse adamlarımı gönderir füze attırırım” diyebilecek bir zihniyete sahip.
Hepsinin başındaki kişi, kendisine itiraz eden, muhalif olan herkesi “düşman” olarak algılıyor ve düşmanla nasıl savaşılırsa onlarla öyle savaşmaya hazır.
Ve bu iktidar, şimdi halktan önemli bir destek gördüğünü de seçimler vesilesiyle bir kez daha anladı.
Belli oldu ki Türkiye’de insanların büyük çoğunluğu için “demokrasi” seçimde oy kullanmaktan ibaret.
Geri kalanı önemsemiyor, ne yargı bağımsızlığı umurunda, ne güçler ayrılığı, ne söz söyleme özgürlüğü.
Böyle ülkelerde seçimle işbaşına gelen otoriter eğilimli siyasetçilerin diktatörlük yolunda hızla evrim geçirdiğini tarihteki örneklerinden biliyoruz.
Türkiye seçimini yaptı ama bu seçimden öyle görünüyor ki demokratik bir meşruiyet değil, giderek otoriterleşen bir yönetim çıkacak.
Başbakan’ı mutlu eden açıklamalar
MUHALEFET liderlerinin dün ne yapacağını seçim gecesi tahmin etmiştim, beni yanıltmadılar, hiç şaşırtmadılar.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dün şöyle konuştu: “Tabii ki gereken değerlendirmelerimizi yapacağız, yanlışlar doğrular neler ortaya çıkaracağız. Ancak çıkan sonucu bir başarısızlık olarak görmemek gerekli.”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de şunları söyledi:
“MHP önemli sayılabilecek bir başarıya imza atmıştır.”
Bu partilerin seçmenleri ve üyeleri, bu değerlendirmeleri paylaşıyorlar mıdır, bilemeyeceğim. Ama bu açıklamaları duymaktan en çok mutlu olan kişinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olacağına da hiç kuşkum yok.
Gelecek seçimde de karşısında Kılıçdaroğlu ve Bahçeli olsun diye dua ettiğine de eminim!
Paylaş