24 saat sonra diyorum ki

DİKKATİNİZİ çekmiştir.

Haberin Devamı

Dışişleri’ndeki dinleme skandalı ile ilgili tek kelime yazmadım.
Böyle durumlarda 24 saat beklemeyi tercih ederim.
Çünkü ilk izlenimim, kendi kendime yaptığım şu konuşmaydı:
“Bülent Arınç geçtiğimiz yıllarda, iyi ki bu ordu ile savaşa girmemişiz” demişti.
Önceki günkü skandalı öğrenince, içimdeki ses o cümleyi tamamladı:
“İyi ki bu Dışişleri ve bu MİT’le de savaşa girmemişiz...”
Tabii bu cümlenin asıl anlamı da şuydu:
“İyi ki bu hükümetle savaşa girmemişiz...”
İçimden bunlar geçti...

* * *

Ama bu duygumu erteledim.
Çünkü ortada çok daha vahim bir şey vardı.
Birileri Türkiye Cumhuriyeti’nin “kozmik oda”sına girmiş, Dışişleri’nin bulunduğu Çukurambar semtini “delik deşik ambara” çevirmiş ve ülkemizi rezil etmişti.
Evet lamı cimi yok, olay buydu.
Evet, bunu yapanlar sadece kozmik bir devlet sırrını ifşa etmemiş, aynı zamanda hepimizle alay etmiş, bizi küçük duruma düşürmüş...
Bütün dünyaya da şu mesajı vermişti:
“Kendini Ortadoğu’nun ağabeyi ilan eden Türkiye, işte böyle içi boş bir kutudur...”

* * *

Haberin Devamı

O nedenle diyorum ki:
Bunu yapan kimse, kimlerse...
Arkasında kim varsa...
Bulunup çıkarılmalı ve bunun hesabı ödetilmelidir.
Eğer yaşadığımız ülkenin adı Türkiye Cumhuriyeti ise...
Bölgenin yükselen yıldızı isek...
Dünyanın bilmem kaçıncı ekonomik büyüğü isek...
Bunu yapanları bulup yanına bırakmamalıyız...

* * *

Ama bir dakika... Cümleyi tamamlayalım.
Bunu yapanları bulup çıkaralım da, bunun yapılmasına izin verenler, yapılmasını engelleyemeyenler...
Onlara hiçbir şey yapmayalım mı...
Yapanın yanına kalmasın da...
Yaptıranın yanına ne kalsın...
O afra tafra... O “Karşıki dağları da ötekileri de ben yarattım havası...”
Bütün bunlar sahiplerinin yanına mı kalsın?

* * *

Soracağız...
Allah aşkına vatandaşların vergisi ile ayakta duran MİT ne işe yarar?
Başbakan’ın özel dedektiflik bürosu olmaya mı...
Evet hayali istikametlere, karanlık boşluklara, adressiz isimlere, isimsiz adreslere “hain” diye bağıralım da...
Bu hainleri her yerde elini kolunu sallayan cirit erbabı haline getirenlerden hiç mi hesap sormayalım...

* * *

Haberin Devamı

Arkadaş...
Benim vergim kıymetli...
O parayı çok çalışarak, çok şeye katlanarak kazanıyorum. Sen de harcarken biraz daha az müsrif ol...
Devletin mahremine sahip çıkamadın, bari yapanı bul da hep birlikte yakasına yapışalım.

Ne onun zaferi ne bunun hezimeti

AKP yüzde 45 oy alabilir mi...
Alabilir...
Yani bunca yolsuzluk, bunca ayakkabı kutusu, sıfırlama, baskı, totaliterlik...
Hâlâ alabilir mi...
Alabilir.
Unutmayın Chavez’in ölümünden önce aldığı son oy yüzde 65’ti...

* * *

Öyleyse pazartesi günü nasıl bir tabloyla karşılaşacağız...
Zafer ilan eden bir AKP...
Ve hezimete uğramış bir muhalefet mi...
Hayır...
Belediye seçimlerinde aşağı yukarı yerini korumuş bir AKP, yine yerini korumuş bir muhalefet...

* * *

Haberin Devamı

Zafer ve hezimeti konuşmaya gelince...
Orada bir duralım ve şu soruyu soralım:
Türkiye bu haliyle devam edebilir mi...
Pazartesinden itibaren sormamız gereken asıl soru budur.
Karşımızda çökmüş bir devlet, bitmiş bir yargı, balonu iyice sönmüş, gözünün feri kaçmış bir demokrasi...
Ve birbirine nefretle bakan, yüzde 45’lik bir AKP ile birlikte oy oranı ona yakın bir CHP-MHP muhalefeti...
Bu enkaz üzerinde kim hangi zaferi ilan edebilir...
Zaferse de, bu zaferin, Türkiye’yi kolektif hezimete götürecek bir Pirus zaferi olmaktan başka ne anlamı olabilir ki...
Halkının yarısının taptığı, öteki yarısının ise nefret ettiği bir başbakan olarak yaşamak kolay bir şey mi...

* * *

Haberin Devamı

Naçizane tavsiyem..
Ortada ne AKP’nin zafer diyebileceği bir şey var...
Ne de muhalefetin hezimet diyeceği bir şey.
Çöplerimizin daha iyi toplanması için yaptığımız bir seçimi referanduma çevirdik.
Bundan da bir nefret referandumu çıkardık.
Eee bu referandumu kim kazanmış olacak yani...
Halkın yarısı ayakta, liderini taparcasına alkışlıyor...
Öteki yarısı da ayakta ve artık korkmuyor, “Ben de varım” diyor ve belli ki artık geri adım da atmayacak...

* * *

Öyleyse pazartesi gününden itibaren önce bu nefret duvarını yıkacak bir iklime girmemiz gerekecek.
Hem AKP tarafında...
Hem de muhalefet tarafında...
Bunları seçimden önce yazıyorum.
Çünkü AKP yüzde 40’ın altında oy alsa da, yüzde 47 alsa da...
Muhalefet toplam olarak AKP’nin altında da alsa üstünde de alsa...
Bu görüşüm değişmeyecek.
Türkiye’nin bir restorasyona ihtiyacı var.
Yoksa sonumuz ya Kuzey Kore yalnızlığı...
Ya da...
Allah göstermesin birbirimizin gırtlağına sarıldığımız bir nefret iklimi...
Kendimizi bir zafer ve hezimet psikolojisinden çok, bu rasyonel tahlile ayarlasak, hepimiz kârlı çıkarız.

Yazarın Tüm Yazıları