Paylaş
Bir yandan bunu yapanlara karşı şiddetli tepki gösterip failleri ve bağlantılarını ortaya çıkarmak gerektiği gibi, öbür yandan “siber saldırı”ya ve teknoloji kullanılarak yapılan “espiyonaj”a karşı ne kadar korunaksız yerlerimizin bulunduğunu da ciddiyetle düşünmek gerekir.
Türk-Özbek asıllı ve Türkiye dostu Amerikalı istihbaratçı Ruzi Nazar, “Türk devletinin en zayıf yönlerinden biri, kurumlarının yabancı ülkelerin infiltrasyonuna (sızmalarına) açık olmasıydı... Türkler buna karşı ciddi tedbir almak zorundaydı” diye belirtmiştir. Güvenlik kurumları arasındaki rekabet ve çatışmanın da bu zaafı artırdığını anlatır. Bu konuda Enver Altaylı’nın “Ruzi Nazar, CIA’nın Türk Casusu” adlı kitabına bakılabilir. (Doğan Kitap, sf. 338)
Failleri ve bağlantılarını bulup çıkarmak MİT ve Emniyet’in namus borcudur. Madem istihbari güvenliği sağlayamadılar, suçluları bari bulup adalete teslim etsinler.
TCK’da casusluk suçlarının cezası müebbet hapse kadar uzanmaktadır. (Md. 326 vd.)
SAVAŞ TAHRİKİ Mİ?
Toplantıda konuşulanlardan Selefi-terörist tehdidinin boyutları görülüyor. Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu diyor ki:
“Bu IŞİD’ler, ne idiğü belirsiz yapılanmalar, manüplasyonla kullanılmaya son derece açık. Bunlardan oluşan bir alana komşu olmak bizim için fevkalade hayati bir güvenlik riski yaratır...”
Sinirlioğlu, “uluslararası meşruiyet”in önemini vurguluyor. Örnek olarak PKK’ya karşı yapılan Kuzey Irak operasyonlarını hatırlatıyor, bunun için “uluslararası hukuk zemini vardır” diyor.
El Kaide türü örgütlere karşı operasyon, BM’nin 1373 Sayılı Kararına göre de meşrudur.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan, böyle bir operasyon için “gerekçeye” ihtiyaç duyulursa, “4 adam gönderip boş araziye 8 füze attırırım” diyor; Suriye ile savaş için değil! Kuzey Irak gibi, IŞİD’e karşı olası bir operasyon için.
Bu toplantı yapılırken IŞİD teröristleri, Türk toprağı Süleyman Şah türbesini kuşatmış bulunuyordu!
Hakan Fidan toplantıda IŞİD’in Türkiye’de “çok bomba” patlatabileceğini söylüyor. Bakan Davutoğlu da Suriye topraklarında operasyon yapmanın Kuzey Irak gibi kolay olmayacağını ima ederek “zaten adamların kapasitesini bildiğimiz için biz girmeyelim diyoruz” diye konuşuyor.
Bu tür tehlikelerle karşılaşan her devlet böyle her ihtimali müzakere eder. Kaldı ki, Suriye’ye “girmeye” isteksiz bir müzakere olduğu belli. Savaş toplantısı demek doğru değil.
İÇ POLİTİKA KAZANI
Toplantıda Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Yaşar Güler’in şu tespiti hayati derecede önemli:
“Bir tane bile muhalefet partisi size destek oluyor mu, biz hangi konuda beraber olacağız?!”
Müsteşar Sinirlioğlu da “ulusal güvenlik iç politika konusu haline geldi” diye yakınıyor.
Bu konuda tek taraflı olarak muhalefeti suçlamak, iktidarın daha büyük olan kendi sorumluluğunu görmemesine yol açabilir. Bundan sakınmak gerekir.
Bakın; muhalefet iktidarı savaş tahrikçiliğiyle suçluyor!.. İktidar çevreleri ise, “linç” duygusuyla yürüttükleri “hain cemaat” kampanyasına ve bu olayla gaz veriyorlar.
İç politika kazanını fokur fokur kaynatan böyle öfke hummalarından hiçbir sorunumuz için “ortak akıl” üretemeyiz, üretemiyoruz!
ÇATIŞMACI SİYASET
Sırf seçim konjonktürü değil. Çatışmacı siyasetin ülkeyi yönetilemez hale getirebileceğine dikkat çekerek üç yıl önce şöyle yazmıştım:
“Bu konuda en büyük sorumluluk, Tayyip Erdoğan’ın omuzlarındadır. Martin Lipset’ten esinlenerek belirteyim ki, iktidarların üçüncü dönemleri daima daha sıkıntılı olur... Öfke kontrolünü herkesten çok onun yapması lazım.” (Milliyet, 5 Mayıs 2011)
Bu gerilimle bir üç yıl daha gidemeyiz! Öyle bir noktaya geldik ki, “ulusal güvenlik bile iç politika konusu haline geldi... biz hangi konuda beraber olacağız?!”
İktidar da muhalefet de Suriye sorunlarını elbette tartışacaklar fakat ülkenin güvenliği söz konusu olduğunda ortak bir dil geliştirmek ve kitleleri daha da ayrıştıracak keskin sirke davranışlarından sakınmak zorundayız. Aksi halde; daha nerelere sürükleniriz diye çok endişeliyim.
Paylaş