Paylaş
Akçora, 1904 yılında yazdığı makalesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘yeniden eski altın çağına dönmesi’ için önerilen üç temel siyaseti tartışıyordu.
Neydi peki ‘Üç Tarz-ı Siyaset’?
1. ‘Hepimiz kardeşiz, Türk’ü, Arap’ı, Hıristiyan’ı, Yahudi’si hepimiz birlikte Osmanlılık kimliği altında mutlu mesut yaşayabiliriz’ diyen ‘Osmanlıcılık’.
2. ‘Başımıza ne geldiyse İslam’ın temel değerlerinden uzaklaşıldığı için geldi, yeniden İslam’a dönersek altın çağa da geri dönebiliriz, dünya Müslümanlarına liderlik edebiliriz, hilafet kurumu çok önemlidir’ diyen İslamcılık.
3. ‘Modern dünyada uluslar ırk esasına dayalıdır; biz de Türklüğümüzü unuttuğumuz için bu hallere düştük’ diyen Türkçülük.
Akçora Türkçüydü ve Türkçülüğü öneriyordu makalesinde.
Burada bir önemli ayrıntı var gözden kaçırılmaması gereken: Bu üç temel siyasi önerme birer parti programı değildi. Bunlar, devlete temel siyaset (resmi ideoloji) olarak öneriliyor, devletin bir bütün olarak o siyasi programı benimsemesi isteniyordu.
Nitekim, Sultan Abdülhamid dönemi bir ‘İslamcı’ dönem olarak hatırlanır; padişah ‘Pan-İslamizm’in bütün unsurlarını aktif olarak kullanmış, dış politikasında bunu önemli bir unsur haline getirmiştir. Ama yine de ülkenin bölünmesinin, toprak kaybetmesinin önüne geçememiştir.
Osmanlıcılık taa Namık Kemal zamanından kalma bir fantezidir zaten; hiçbir zaman gerçekten taraftar bulabilmiş değildir. Ama Türkçülük, Akçora’nın makalesinden 4 yıl sonra kısmen, 9 yıl sonra ise tamamen devlet politikası haline gelecektir. Bugün de devletimizin ideolojisinin ‘Türkçülük’ olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Ama bugünün bir farkı var:
Türkçü devletimizin başında 12 yıldır bir ‘İslamcı’ parti var.
Bu parti devletin ideolojisini ‘Türkçü’ olmaktan çıkarıp ‘İslamcı’ mı yapacak; yoksa devleti ideolojilerden kurtarıp ‘Türkçü’lüğü ve ‘İslamcı’lığı siyasi mücadelenin konusu haline mi getirecek?
2002 sonundan beri her seçimde bu soruyu soruyor, cevabımıza göre oy veriyoruz. Yarınki seçim de farklı değil; temel soru bu.
Tarhan Erdem ne güzel söylüyor...
TARHAN Erdem benim çok saygı duyduğum bir isim. Tarhan Bey, geçen gün kendi şirketi Konda’nın son seçim araştırmasının sonuçlarını açıkladı. Bu açıklamasının bir yerinde, seçmen davranışını ve geleceği analiz ederken aynen şöyle diyor Tarhan Bey:
‘Halkın büyük kesimi, kendilerinin ‘laikler’ veya ‘Ak Parti karşıtları’ tarafından eskiden beri küçümsendiği ve dışlandığı kanısındadır. Bulundukları yeri bırakmaları ve karşı tarafa geçmeleri halinde bu ayrımcılığın biteceğine dair de herhangi bir işaret yoktur. Diğer tarafın sorunu da farklı değildir. AK Partili seçmenler, yöneticiler ve muhafazakâr toplum önderleri de hayat tarzına karışılma endişesini anlamalıdır.’
İki temel kimlik ve bu kimliklerin arasındaki çatışmanın pek çok boyutu var, Tarhan Erdem bunlardan sadece birinden söz ediyor.
Seçimler gelir geçer, bu çatışma hep baki kalır.
Kimlik siyasetinin feriştahı
SANMAYIN ki ‘Türkçülük’ ve ‘İslamcılık’ çok katı ideolojik kimliklerdir. Hayır, bu iki kimlik alabildiğine gevşek birer şemsiye artık.
Bana soracak olursanız, AK Parti, Saadet (ve geçmişin Demokrat Partisi, Adalet Partisi, ANAP’ı, Doğru Yol’u) gibi partiler aralarındaki farklara rağmen ‘İslamcı’ şemsiyenin altındalar. Buna karşılık bugünün CHP ve MHP’si de (başka bazı küçük partilerle birlikte) ‘Türkçülük’ şemsiyesinin altındaki partiler.
Türkiye’de siyaset bu iki kimlik üzerinden yapılıyor esas olarak. Bunlar kültürel kodlara dayalı kimlikler.
Ama işin bir ilginç boyutu daha var: ‘Türkçü’ kimliğe sahip olup da toplumun en yoksul, en horlanan, dışlanan kesimlerinde yer alanların sayısı da oranı da, ‘İslamcı’ kimliğe sahip olup da aynı sosyal dışlanmışlık çevresinden gelenlere göre çok daha az nedense. Bu durumu yıllardır bütün seçim sonrası sandık çıkış anketlerinde net biçimde görüyoruz.
Yarın yapılacak seçimde de, farklı parti isimleri altında ama bu iki temel kimliğin yarışması yapılacak.
Paylaş