Paylaş
“Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın sizin hakkınızda söyledikleri için ne diyorsunuz?”
Cevabım şu oldu:
“Hiçbir şey demiyorum.”
Ne benim hakkımda söylediğini merak ediyorum, ne de söylediği neyse, onun üzerinden bir değerlendirme yaparım.
Orada burada söylenmiş lafın da hiçbir değeri yok...
Ekrem Dumanlı hakkında yıllar boyunca oluşmuş bir izlenimim var ve illegal kaydedilmiş konuşmalar fikrimi değiştirmez.
İnsanız, hepimiz orada burada, özellikle de telefonda abuk sabuk konuşma hakkına sahibiz.
* * *
Ama bu konuda söylemek, haykırmak istediğim başka bir şey var.
Benim için dünyanın en şerefsizce işlerinden biri insanların telefonlarının kanunsuz şekilde dinlenmesidir.
Son yıllarda en az onun kadar şerefsizce bir başka şey icat edildi.
Ortam dinlemesi...
Teknoloji bu imkânları insan denilen kötü varlığın eline verince, üçüncü bir şerefsiz tipi ortaya çıktı.
İllegal dinlemeleri, internete yükleyip bunun üzerinden pespaye bir savaşı sürdüren pespaye insanlar.
* * *
Bakın bu tür insanlar ülkemizi ne hale getirdi.
Siyaset gladyatör arenasına dönüştü ve mertçe mücadelenin zerresi kalmadı.
Türkiye son 7 yılda, tarihinin en şerefsiz siyasi mücadelelerinden birini yapıyor.
Çünkü alçakça iki silah ellerine geçti.
“Telefon dinlemeleri” ve “gizli tanıklar”...
Bu iki silah 7 yıl boyunca insanlara karşı insafsızca kullanıldı.
Hayatlar karartıldı.
Hayatlar çalındı, gasp edildi.
Türk ordusunun şerefli subayları bu iğrenç komploların, hayali senaryoların, hayali darbe girişimlerinin, iğreti word dosyalarının, imzasız ihbar mektuplarının, tecavüzcü gizli tanıkların kurbanı edildi.
Hapislerde çürüdüler, kimi kanserden öldü, kimi kendine, onuruna, görev yaptığı ocağın şerefine yediremedi.
İntihar etti.
Çıt çıkmadı...
Bugün geçmişin üç-beş manşetinin hesabını durmadan soran vicdanlar, o paralel manşetlerde kıyılan hayatlara çıtını çıkarmadı.
Bize bir andıçın hesabını soranlar, kendileri andıç koleksiyonları yaptılar, andıç arşivleri istiflediler.
Suç ortaklığı, kirli paslı bir savaşın yoldaşlığı sayıldı.
Yağmurlarda birlikte yüründü, birlikte ıslanıldı.
* * *
Kalleşlik bir ülkenin siyasetine musallat olmasın...
Kalleş ortaklıklar, kalleş ortaklar yaratır...
Sonunda dünyanın en tehlikeli, en iğrenç silahları birbirine döner.
Başkalarına karşı acımasızlığı öğrenenler, eski ortaklara karşı daha acımasız hale gelirler...
Centilmenlik ölmeyegörsün...
Meydan kalleşlere kalır.
İşe bu yüzden seçim sonucunu hiç merak etmiyorum.
Türkiye bu “paralel pespayelikten” kurtulmadıkça seçimde şu sonuç alınmış, bu sonuç alınmış hiç önemi yok.
* * *
Bu bataklıktan nasıl çıkacağız?
Bir centilmenler anlaşması ile...
Bunun birinci yolu da geçmişe bir çizgi çekip ileriye bakmaktır.
Bir zamanlar İspanya’nın yaptığını yapamaz, geçmişi unutamazsak, hiçbir seçimin şerefli bir galibi olmayacaktır.
Yenenin şerefle yendiği, yenilenin şerefle yenildiği bir siyasi mücadelenin en şerefli galibi de Türkiye olur.
İşte o zaman alınan oyun da bir değeri olur...
Sedat Ergin’in sorusu çok haklı ama eksik
SEDAT Ergin, Fethullah Gülen hakkında basit, ama çok önemli bir soru ortaya attı.
“Bir cemaat lideri siyasi konularda bu kadar aktif olabilir mi?”
Soruya yüzde yüz katılıyorum.
Verdiği cevaba da yüzde yüz katılıyorum.
“Olmaması lazım...”
Bir din adamının ağzına bu kadar siyaset yakışmıyor...
Ne İslam için iyi oluyor, ne de Türkiye için...
O nedenle Sedat Ergin’e bütün kalbimle katılıyorum.
* * *
Ama soru eksik...
Denklemin öteki tarafını da tamamlamak gerekiyor.
“Bir siyasetçi de dini konularda bu kadar aktif olmalı mı?”
Başbakan Erdoğan’ın seçim meydanlarında, televizyon ekranlarında söylediklerine bakıyorum.
İstanbul mitinginin ilk bölümü tamamen din söylemiydi...
Din, siyasi tarihimizde hiç görmediğimiz kadar siyaset meydanına indirildi.
“Dini siyasete alet etmek” kavramı, hiç bu kadar irkiltici hale getirilmedi.
Bence Fethullah Gülen’e o soruyu sorarken, Başbakan Erdoğan’a da bu soruyu sormazsak, haksızlık etmiş oluruz.
Yeni bir Türkiye yaratacaksak artık cemaatlerin kendi köşelerine, siyasetçilerin de kendi köşelerine çekilmesini sağlayacak bir yeni toplumsal mutabakata ihtiyacımız var.
Yoksa tek yanlı ricatın hiçbir anlamı olmaz.
Farkındayım Sezen, çok farkındayım,yaktığım gemiler kadar farkındayım
HER bıraktığım yer, beni “Geri dön” diye çağırıyor.
Beni bırakan her duyguma, yine “Geri dön” diye sesleniyorum.
Vazgeçilmiş her yılım, kaybedilmiş her anım bana “Şimdi bana kaybolan yıllarımı kim verecek” diye sesleniyor.
Yaktığım her gemi, yıktığım her köprü, kopardığım her dal, “Farkındayım” diye yakama yapışıyor.
Kime baksam, kimi görsem, içimde bir şeyler meczuplaşıyor; “Unuttun mu beni” diye tutturuyor.
Sonra bıçaklar aklıma geliyor.
“Keskin bıçaklar...” Gözbebeğime ışıltı halinde düşen bıçaklar...
Yaşadıklarıma, yaşayamadıklarıma bakıyorum, “Değer mi hiç” diye soruyorum ve cevabını yine kendim veriyorum:
“Değer canım.. değer...”
O yüzden son yıllarda Sezen’e yapılan haksızlıklar beni fena halde üzüyor.
* * *
Tanımıyorlar çünkü bütün Türkiye’nin Sezen’ini...
Hayatımıza kattıklarını, en yalnız, en ıssız anlarımızda olağanüstü bir psikiyatr gibi içimize girişini unutuyorlar...
Hafızasızlık değil bu, vefasızlık...
Onun meydan okuyuşlarını inkâr ediyorlar.
Issız, yalnız Türklerin, acılı Kürtlerin, Ermenilerin en umulmadık anlardaki kahraman yoldaşı olduğunu unutuyorlar.
Hayat tarzlarımıza en musallat olunan anlarda çıkıp, kadehini kaldırıp, “Bu balık rakısız gitmez” deyişindeki muhalefetin kudretini inkâr ediyorlar.
“Yetmez ama evet” derken de, “Rakısız ve aşksız olmaz” derken de aynı samimi insan olduğunu anlamazdan geliyorlar.
* * *
Arkadaşlar unutmayın...
Her şey geçer Sezen kalır...
Her yalnız, her yapayalnız, her bitmeyen gecemizin en vefalı dostu odur...
Ne zaman çağırsak gelir, imdadımıza yetişir.
O korkusuz, cesur, harbi, en Egeli, en Türkiyeli, en hepimiz haliyle...
Gelir ve iyi gelir.
Paylaş