Paylaş
- Cumhuriyetini demokrasi ile taçlandırmış, eksik de olsa demokrasisini yaşatan, çağdaş tek İslam ülkesi Türkiye’m benim...
- Çağdaş uygarlığa, Batı’nın demokratik ve hukuki değerlerine ulaşmaya çaba gösteren, ekonomik ve sosyal gelişmesini iyi-kötü sürdüren yurdum benim...
- 30 yılda 50 bin cana mal olan düşük yoğunluktaki içsavaşa rağmen birliğini, kardeşliğini koruyabilen Türkiye halkım benim...
NE OLUYOR
- Son 3 yıldır kendine, komşusuna, Müslüman kardeşine yabancılaşan; birbirini ötekileştiren, bin yıllık hoşgörüsünü yitiren, ‘tef gibi gerilen’ ülkem ve halkım benim...
- Kurumları, yargısı siyasallaşan Türkiye’m...
- % 58 oy ile referandumda ‘Evet’ diyen ve bağımsız yargının ipini çeken halkım benim...
- Oyları ile diktatör yaratan; suskun ve bastırılmış milletim benim...
- Erk ve rant kavgasını bilgi kirliliği içinde kavramaya çalışan; şaşkınların ve aymazların çoğunluğu oluşturduğu yurdumun insanları benim...
- Suskun sermaye ve medya patronlarının tek adamın güdümüne girdiği ülkem benim...
KENDİ GERÇEĞİNİ GÖRÜYOR
- AKP’yi tek başına yöneten, milletvekili adaylarını tek başına atayan, bakanları azarlayan, Cumhurbaşkanı’na ayar veren tek adamın karizması Gezi direnişi ile çizildi. Her düşünceden, her yaştan, her sınıftan, her inançtan yüz binler ‘Yeter artık’ diyerek direndiler. Topluma umut verdiler, dünyaya ise Türkiye’nin bir Ortadoğu–Arap ülkesi olmadığını gösterdiler.
- ‘Tek adam’ artık halktan % 51 oy alamayacağını, cumhurbaşkanı olamayacağını gördü. Hırçınlaşması, bağırıp çağırması, gelişen her olayın aleyhine işlediğini, oy ve güç kaybettiğini görmesindendir.
- 12 yıl beraber yürüdüğü, “Ne istedilerse verdim” dediği Cemaat’le “erk ve rant paylaşımı” kavgası, ortaya saçılan yolsuzluk ve rüşvet pisliği, din istismarı, hamaset ile örtülecek gibi değil...
MUKTEDİRİN YENİ HESAPLARI
- AB ve ABD, Suriye, Ortadoğu ve Afrika’da El Kaide uzantıları ile işbirliğinde ısrar eden ‘tek adam’ın üzerine çiziği çekti. Kendi partisinde, Cumhurbaşkanlığı katında ve düne kadar kendisini destekleyen liberal kesimde eleştiriler arttıkça tek adam daha da hırçınlaşıyor ve toplumu inanç temelinde ayrıştırıyor.
- % 30 devalüasyon, artan dış borçlar ve cari açık ağır bir ekonomik krizin kapıda olduğunu gösteriyor. “Tek adam’ partisi Meclis’te çoğunluğu kaybettiği anda Yüce Divan’ın sanık sandalyesine oturtulacağını biliyor. Seçimle demokratik bir iktidar değişikliğinin önünü kesmek için gerekirse toplumsal bir çatışmayı bile göze almış görünüyor.
- Cumhurbaşkanlığının, % 51 oyun hayal olduğunu görüyor.
- Şimdi artık o, % 35 civarında oyla Meclis’te çoğunluğu elde etmenin ve başbakan kalmanın hesabını yapıyor.
- Partisinin tüzüğünde 3 dönemden fazla milletvekili adayı olunamaz maddesini değiştirerek parti içi muhalefeti susturmayı ve Ağustos 2014’de cumhurbaşkanlığı seçimi ile birlikte milletvekili seçimlerini de yapmak istiyor. Yapabilirse Mehmet Ali Şahin’i cumhurbaşkanı yapmak, olmazsa Abdullah Gül’e razı olmak zorunda kalacağını görüyor.
- 30 Mart seçimlerinde % 35 civarında oy alarak Ağustos 2014’te yapacağı seçimler sonucunda Meclis çoğunluğunu az bir farkla da olsa elinde tutmak ve böylece Yüce Divan’a gitmekten kurtulmak istiyor.
- Türkiye’nin her inançtan, her düşünceden güzel insanları, egosunun tutsağı, hırçın ‘tek adam’ın bin yıldır birlikte kardeşçe yaşadığımız güzel ülkemizin birliğini ve huzurunu bozmasına 30 Mart’ta oylarınla izin verme; güzel ülkemizin felakete sürüklenmesine engel ol.
Sabri ERGÜL-Hukukçu, eski milletvekili
Örsan Öymen ne derdi
RAHMETLİ gazeteci Örsan Öymen’in yazılarında sıkça kullandığı bir söz vardı:
“Anadolu bozkırı yalan tutmaz” derdi.
Bu kez görelim Anadolu bozkırı bunca inkârı yutacak mı?
Mehmet SANDIKÇI
Karalama!...
“80 bin kişilik miting 2 milyon diye yutturuldu” başlıklı bir meslektaşımızın köşesinde yer alan ilginç iddiayı dün özetle köşemize almıştık. AKP Genel Merkez Dış İlişkiler Başkanlığı’ndan Suat Baylan bir açıklama gönderdi; diyor ki: “Yenikapı Meydanı resmi rakamlara göre 673 bin 2’dir. Ayrıca insanlar meydana sığmamış, arkadaki çimlerin üzerine kadar gitmiştir. Ben hangi partinin mitingi ne kadar kalabalıktı diye karşılaştırmaya karşıyım ama bu yaptığınız da karalamadır.”
Biliyor musunuz
ESKİ CHP Milletvekili ve İl Başkanı Berhan Şimşek’in, Ümraniye İlçe Başkanlığı tarafından Ümraniye Fatih Sultan Mehmet İmam Hatip Okulu’nda 1041 nolu sandıkta ‘sandık başı’ olarak görevlendirildiğini, Şimşek’in bu görev için “Referandumda ben 44 bin sandıktan sorumluydum; bu seçimde ise bir sandık başında... Böyle bir görev almak benim için şereftir. 1977’de de sandık görevlisiydim” dediğini...
Tam boy yerine yarım boy
SANDIKLARDA çalıntı ‘Evet’ mührü ve düzmece oy pusulalarına karşı uyanık olalım. Bunu özel hazırlanan oy pusulalarının kullanılmasının çok basit bir engeli de var. Eğer seçmenin oy pusulasına mühür basmak için girdiği kulübeyi ‘tam boy’ yerine ‘yarım boy’ yaparsanız, orada kişinin hareketlerini gözlemleme olanağı olacağı için, o seçmenin cebinden, orasından burasından önceden hazırlanmış oy pusulası çıkarıp çıkarmadığı rahatlıkla görülebilir.
CHP’li Osman Çilsal, Mehmet Özhaseki’ye yükleniyor
CHP Kayseri Büyükşehir adayı Osman Çilsal: Kılıçdaroğlu’nun Kayseri mitinginde konuşması, insanlara güvenini geri getirdi. CHP’li olarak beni kimse yazmıyor, ekrana çıkarmıyor. Hepsi da ‘yarı resmi’ El Ahram gazetesi gibiler. İleri demokraside örnek aldıkları yapı bu.
Biliyor musunuz?
Recep Bulut’un başına neler geldi.
Kay-Tv’de ortak olduğu kişi televizyonu sattı; hem de AKP’lilere sattı; Recep Bulut’a tam kazık atıldı.
Recep Bulut’un ne kadar ağladığını Mehmet Özkesici bilir mi?
Bir okurumuz dedi ki, “Bunlar yarı resmi El Ahram gazetesi gibiler”
AKP’nin ‘mısır sevdası’ bunlardan geldi acaba?
İleri demokrasi bu mudur?
Rebbana hep bana!..
Osman Çilsal’a sorduk, sen kimsin?
“Kayseri’de hayalinin ötesinde oy alacağız, ben o adayım. Bana hiç kimse CHP’den adaysın diyen kalmadı.”
Bu partide ‘metal yorgunluğu’ olduğunu biliyor musunuz?
Büyük şirketler halkı soyuyor;
tüketici dernekleri çare olmuyor
HIZLA tüketim toplumuna dönüşmenin ciddi yan etkisi büyük şirketlerin uygulamalarına karşı tüketicinin gittikçe artan çaresizliğidir.
Var olan Tüketici Dernekleri bütün gayretli ve yiğitçe çalışmalarına rağmen on milyarlarca liralık güce sahip, çok sayıda avukat ve mali müşavir çalıştıran bu şirket ve şirket gruplarına karşı istedikleri mücadeleyi mali kaynak yetersizliğinden verememektedirler. Batıda bu çaresizliğe sendikalar, üniversiteler çare olmuştur. Sendikalar maddi destek sağlarken, üniversiteler bilimsel desteği vermektedirler.
İnternette bulunan ve tüketici şikayetlerini alan sitelere yılda milyonu aşan başvuru vardır. İletişim, enerji, banka ve sigortacılık için oluşturulmuş Kurullara, TBMM Dilekçe Komisyonu gibi yerlere ayrıca yüzbinlerce başvuru yapılmaktadır.
Tüketicinin bu kadar çok şikayetini dikkate alıp üstüne giden bir Meslek Kuruluşu da şimdiye kadar ortaya çıkmamıştır. TUSİAD, MUSİAD, TUSKON, TOBB bu konularda birer sessiz ve hareketsiz devdir.
Büyük şirketlerin uygulamaları Hukuk’un temel kurallarını da çiğnemekte sakınca görmez. Örneğin, yasa gayet açıktır ve yoruma yer bırakmaz: Emekli maaşı hacz edilemez. Ama ederler, vatandaşın hakkını bilmemesi istismar edilir.
Telefonla yapılan hayat sigortası poliçe -imzalanmadığı takdirde- geçersizdir. Ama geçerliymiş gibi banka her ay hesabından haraç alır gibi para keser. Elektrik sayacınız size haber verilmeden değiştirilir. Piyasada 250 TL olan sayaç 750 TL fatura edilir.
Hukukçu ordusunun hazırladığı bir sözleşme size okutulmadan imza ettirilir. Bir nushasını istersiniz, vermezler. İçinde şirketimize ait gizli bilgiler var denilerek talebiniz red edilir.
Sahip ve yöneticilerinin birbirlerini çok yakından tanımaları, evliliklerden doğan yakın akrabalıklarla, çeşitli vesilerle sürekli aynı ortamda bulunmaktan doğan kartelleşme benzeri bu yapılaşmaya, şirketlerin kurdukları sektörel derneklerle Ankara’da çok ağırlıklı lobi çalışmaları eklenir.
Dernekler çatısı altında sivil toplum örgütü kimliğine bürünmüş olarak faaliyet gösteren bu yerlerde çalışan yüksek maaşlı profesyonellerin temel görevi dernek kurucusu olan şirketlerin ilgi ve çıkar alanında bulunan kurumlardaki görevlilerle yakın temas kurup, dostluk ve arkadaşlık geliştirerek sektördeki işverenlerin çıkarlarını kamu kurumu nezdinde korumaktır.
Buna karşılık tamamen gönüllülük esasına göre çalışan Tüketici Derneklerinin benzer çalışma imkanları yoktur.
Gittikçe güçlenen enerji üretim ve dağıtım şirketleri ödedikleri yüksek özelleştirme bedellerini bir an önce geri alabilmek için tüketiciyi ciddi biçimde zorlayan yollara başvurmaktan kaçınmamaktalar.
Yukarda açıkladığım örgütlenme ve çalışma biçimi Hürriyetin 25 Mart tarihli Yalçın Bayer yazısında belirtilen haksız uygulamalara ilgili Kamu Kurumlarının gerekli duyarlılığı göstermemelerine yol açar.
Özetle EPDK nezdinde yapılan lobi çalışmalarında şirketler tüketiciyi yenerler.
Bu durumları önlemek için iki ana öneri sunuyorum:
1- Ahlaki açıdan bu kurumların resmi toplantılar dışında çıkar peşinde koşan şirketlerle temasları olmamaları gerekir. Bu kurumlara gelen her ziyaretçinin kimliğinin ve kime ne için geldiği girişte elektronik ortamda kayıt altına alınmalıdır. Aynen yurt içine giris çıkışta olduğu gibi. Böylece yıl sonunda kurumlar nezdinde kimlerin etkin olduğu bilinir.
2- Tüketiciye imzalatılacak tüm sözleşmeler ilgili kurumların onayından sonra Sayıştay’ın ve Danıştay’ın onayından geçmelidir.
Bülent AKARCALI
Tunceli’de CHP’li Aytaç’ın vaatleri
TUNCELİ’nin CHP Belediye Başkan adayı Hızır Bahtiyar Aytaç, yönetime geldiğinde kimseyi ‘ötekileştirmeyeceği’, ideolojik değil, ‘halkçı’ belediyecilik yapacağını söyleyerek Dersim halkından destek görüyor.
Dersim Kültür Projesiyle Dersim’i kültür ve sanat merkezi haline getireceğini söyleyen Aytaç, bu merkezin Dersim ve Alevilik üzerine çalışmalar yapacak araştırmacılara açılacağı vaadinde bulunuyor. Atatürk Mahallesi’nde Cemevi projesinin hayata geçirileceğini ve Dersim kent merkezine 12 Alevi Ocağı’nı temsil eden özel bir meydanın yapılacağını söylüyor Aytaç. Halkın yoğun ilgisi, CHP adayı Aytaç’ın bu projelerinin benimsendiğini gösteriyor.
Ben neden maça gidemiyorum
FUTBOL Federasyonu “sıfır tolerans” diye bir uygulama başlattı. Esasen yanlış olan “seyircisiz maç oynatma cezası” katmerlendi.
Yüz kişi, içinde küfür sayılan bir söz olan tezahürata başlarsa gözlemci hemen raporunu yazıyor. O sırada tribünlerde bütün dikkatini maça vermiş, bu tezahürata dikkat bile etmeyen 30 bin kişi daha olabilir. Hiç önemli değil. Rapor hemen disiplin kurulu raportörlerine gidiyor, oradan da Disiplin Kurulu’na. Disiplin Kurulu da bu rapora göre cezayı basıyor:
Üçüncü kez olduğu için 100 bin lira, dördüncü kez olduğu için 150 bin lira ve bir maç seyircisiz oynama gibi... Liste uzayıp gidiyor.
Ben 69 yaşındayım. Spora ilgim büyük. Sağlığım maçları tribünden izlemeye müsait. Ve Futbol Federasyonu’na soruyorum:
- Benim maç seyretmemi neden yasaklıyorsunuz? Bu hakkı kendinizde nasıl buluyorsunuz? Bu yetkiyi kimden aldınız?
Ve Federasyon Başkanı’na diyorum ki:
- Babanız ve amcalarınız futboldan gelme. Onlar da maça gidemiyor. Federasyon üyelerini de katarak devam ediyorum:
- Sizin babanız, amcanız, dayınız, erkek kardeşiniz de gidemiyor.
- 15 yaşındaki kızınız gidiyor ama 13 yaşındaki oğlunuz gidemiyor. Komşularınız gidemiyor.
- Arkadaşlarınız gidemiyor. İşlerinizi yürüten şirket çalışanlarınız gidemiyor.
1954 yılından beri maça giderim. Beş yıl spor muhabiri olarak çalıştım. Çiriç, Gegiç, Gündüz Kılıç dönemlerinde Beşiktaş muhabirliği yaptım. 1973 yılında da Almanya’ya tayin oldum. Orada da 36 yıl gazetecilik yaptım. Bu dönem içinde Alman I. Ligi’nde seyircisiz oynanan tek maça tanık olmadım.
Hatırladığım kadarıyla bir kez Eintracht Frankfurt’un bir maçında sadece bir tribüne seyirci alınmadı. Geçen hafta da Dortmund’un hızlı taraftarlarının bulunduğu Güney Tribünü için yasak kararı alındı. O da 7 ay ertelendi. 7 ay içinde aynı suçu işlemezlerse karar yürürlükten kalkacak.
Gelgelelim bu cezaların niye verildiğine.
Stadda bulunanları yaralayabilecek maytap, havai fişek, meşale gibi yanıcı maddeleri ateşlediklerinden.
Siz Avrupa’da tribünlerinde küfürlü tezahürat yok mu sanıyorsunuz? Orada da var. Ama ceza küfüre değil, sahada mücadele eden bir futbolcuyu aşağılayıcı, ırkçılık taşıyan tezahürat ve hareketlere verilir.
Son GS-BJK maçında seyircinin küfürlü tezahüratından Galatasaray’a yüksek para cezası verildi. Peki Tolga’nın göz sağlığını bozan ve maçı bırakmasına neden olan lazer olayı için ne yapıldı? Kulüp asıl bundan sorumlu. Sağlık için tehlikeli o fenerin stada sokulmaması lazım.
Yoksa küfürü önlemek için kulüplerin seyircilerin ağzına torba takacak halleri yok.
Futbol Federasyonu maalesef görevinin ne olduğunu bilmiyor. Esas görevleri gençlere bu sporu sevdirmek, onlara futbol oynayacağı sahalar açmak, spor ahlakını öğretmek, hangi renge gönül verirse versin insanların bir arada maç izlemesini sağlamak, kulüpler ile işbirliği yapıp kötü tezahüratı önleyecek eğitici önlemler almak, futbolumuzu ileriye götürecek planlar programlar hazırlayacak ekipler oluşturmak, milli takımı başarıya götürecek imkanlar sunmak, belediyeler ile yeni spor tesisleri açılması konusunda işbirliği yapmak v.s.
Tesisten bahsetmişken... Almanya’da 30 yıl bin 600 nüfuslu bir mahallede yaşadım. Bir kasabaya bağlı bu mahallenin biri nizami ölçülerde biri küçük iki futbol sahası. Hentbol oynanacak büyüklükte kapalı salonu. Dört tane tenis kortu var.
Bu tesislerden kimler mi yararlanıyor. Yuvaya giden çocuklardan ninelere, dedelere kadar herkes. Kasaba belediyesinin spor bölümünün hazırladığı plan çerçevesinde herkes tıkır tıkır sporunu yapıyor. Saati dolduktan sonra da sahayı, soyunma odalarını, duşları bir sonrakiler için kullanılabilir halde bırakıyor.
Bu belediyeler ile yapılabilecek işbirliği için bir örnek.
Bir de İstanbul’a bakalım. En seçkin, en zengin semtler olarak bildiğimiz Maçka, Nişantaşı, Şişli, Levent, Etiler’i içine alan bölgede halkın yararlanabileceği tesis var mı?
Gelelim federasyondan bir örneğe.
Alman Futbol Federasyonu lisanslı 6 milyon 822 bin 233 sporcusuyla dünyanın en fazla üyeye sahip spor kurumu. Tam 25 bin 456 futbol kulübü var. İkibinli yılların başlarında alttan oyuncu gelmediği görülür. Hemen belediyeler ile temas kurulur. Belediyeler yer gösterir, federasyon yapar. Ülke çapında tam bin tane futbol sahası.
Sonuç: Mesut Özil nesli ortaya çıkar. U-21 Avrupa Şampiyonu olurlar, takımın yarısı iki yıl sonra Dünya Kupası’nda oynar. Örneğin Neuer, Boateng, Badstuber, Mesut, Khedira, Thomas Müller, Kroos.....
Bizim milli takımımızın bir kamp tesisi bile yok. Son maçtan önce Kasımpaşa kapılarını kapattı.
Almanlar’dan bir örnek daha vereyim. Alman Futbol Federasyonu Brezilya’da Dünya Kupası boyunca kalacakları bir tesis yaptırıyor. Villa tipi evler, antrenman sahası, toplantı salonu, basın merkezi bitmek üzere. Şu anda tek sorun tesislerin bir bölümünde cep telefonlarının çekmemesi. Onu da halledecekler.
Bu federasyon silah zoruyla gelmedi. Siyasi baskı oldu ama yine de genel kurul delegelerinin oyları ile seçildi.
Başkan, Beşiktaş’ı yönetirken UEFA’ya yazılı olarak yanlış beyanda bulundu. Beşiktaş’ın Avrupa kupalarına girememesine neden oldu.
Bunu sağır sultan bile biliyordu. Ama sizler bu başkan ve ekibini Türk futbolunun başına getirdiniz.
Bugünkü teknoloji ile tribünleri çirkinleştiren o azınlığı tespit edip tedbirini almak gayet basit. Yeter ki istensin.
Şimdi federasyona kez daha soruyorum: Ben maça niye gidemiyorum?
Nezih AKKUTAY
Paylaş