Dünyevi güç adına dini istismar edenler

DİYANET İşleri Başkanı, 17 Aralık’tan bu yana her gün yeni bir tanesiyle karşılaştığımız “kasetler” ile ilgili olarak “Nevzuhur oluşum, sahih İslam anlayışının özünü, omurgasını yok sayıyor” dedi.

Haberin Devamı

Kasetleri yayanları (yani ismini vermeyerek Fethullah Gülen cemaatini) “fitneci, vicdansız, iftiracı, ahlaksız” olarak niteledi.
“İslam’ı dünyevi bir güç devşirme adına istismar edenlerin elim akıbetleri tarih boyunca görüldü. Bu dünyevileştirici popüler kültür toplumsal barışı tehdit ediyor, din ve dindarlık algısını zedeliyor” dedi.
Böylece Diyanet İşleri Başkanı da “hükümet–cemaat” savaşında cephesini seçtiğini vurguluyor, cemaati İslam dışına çıkmakla suçluyor.
Niye bu kadar bekledi anlayamadım ama bu kavgada araya girme niyetim de yok. Çünkü sonunda ikisi günün birinde yine birleşip yumruğu gözümün üstüne patlatabilirler, ben uzak duruyorum.
Ama şunu da merak etmiyor değilim!
“İslam’ı dünyevi bir güç devşirme adına istismar edenler” yalnızca cemaatçiler mi?
Siyaset yaparken İslami söylemden vazgeçmeyen ama bir yandan da cebini dolduranlar bu tarifte nerede yer alıyorlar?
İhalelere fesat karıştırıp istediğine ihale vermek, sonra da o ihale alanlara dönüp “Şimdi şu kadar milyon doları şu adrese yatıracaksınız” demek, İslam’da mubah mı?
Çocukları rüşvet ve para getirip götürmekte kullanmak, onları bu genç yaşlarında böyle karışık ilişkiler içine sokmak, İslam aile terbiyesinde var mı?
İşadamlarından rüşvet almak, pahalı hediye kabul etmek, bir kutsal Kurban Bayramı’nda “çikolata tepsileri içinde yüz binlerce doları almak”, insanı cennete götürür mü, yeri cehennem midir?
Devletin dürüst bürokratlarını, para ilişkisi içinde olduğun işadamlarının ayağına dolanıyor diye görevinden almak, başka yerlere sürmek günah mıdır, sevap mıdır?
Her gün meydanlara çıkıp, milletin gözünün içine baka baka yalan söylemek, bir Müslüman’ı dinden çıkarır mı?
Yapılan hırsızlıkları bile bile, sırf siyasi ikbal uğruna görmezlikten gelmek, açıkça savunmasa bile sesini çıkarmadan bir kenarda durmak bir Müslüman’a yakışır davranış mıdır?
Ve en çok şunu merak ediyorum:
İhalelere fesat karıştırarak, işadamlarından rüşvet alarak ne kadar para biriktirilirse cennette yer garantidir?

Haberin Devamı

Ahlaki erozyonun sonucu

ORTAYA çıkan bunca yolsuzluk iddiasına rağmen, çok büyük bir seçmen topluluğu oy tercihini değiştirmiyor.
Bir yandan “Çalıyor ama iş de yapıyor” inancı, diğer yandan “Zaten işbaşına kim gelse, hepsi çalıyor” düşüncesi, seçmen tercihlerinin değişmemesinin nedeni olarak ortaya çıkıyor.
Şurası kesin ki toplumumuzun ahlak anlayışında ciddi bir sorun var.
“İşini bilmek, uyanıklık, bal tutanın parmağını yalaması” toplumda normal bir durum olarak algılanıyor.
Yasalara uymak, hak etmediğin bir şeye elini uzatmamak, dürüstlük gibi prensipler, belli ki ruhlarını çoktan teslim etmişler.
Hiç kuşkunuz olmasın ki, bir yolsuzluğu “Çalıyor ama iş de yapıyor” diye meşrulaştıran insanın zihninin gerisinde “Aynı konumda olsaydım, ben de yapardım” düşüncesi yatıyordur.
Bu zihniyete zaman zaman gelen okuyucu mektuplarında da tanık oluyorum.
Yazdığım bir yazıyı, savunduğum bir fikri, sadece öyle düşündüğüm için yazmış ya da savunmuş olabileceğime inanmayanlar var.
Onlara göre, öyle bir şey yazıyorsam bunu sadece para karşılığında yapabilirim.
Böyle düşünüyorlar, çünkü günün birinde böyle bir köşede yazma olanağına sahip olurlarsa, kendilerinin öyle yapacağını biliyorlar!
Fikirlerin, ilkelerin, dünya görüşünün, hatta dini inançların bir önemi kalmamış gibi.
Hırsızlıkları herkesçe malum insanların, toplum içinde el üstünde tutuluyor olması, bu ahlaki erozyonun bir sonucu.
Böyle bir toplum huzur bulabilir mi, günün birinde gerçek bir refaha ulaşabilir mi?
Hiç sanmıyorum.

Haberin Devamı

Normal bir ülkede sorulmazdı

İDARE Mahkemesi’nin, Twitter’ın kapatılması ile ilgili kararın yürütmesini durdurmasının ardından gazeteciler Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a mahkeme kararının uygulanıp uygulanmayacağını sordular.
Arınç “Mahkemenin verdiği kararı uygularız” diye yanıtladı.
Ve bu “önemli bir haber olarak” internetteki haber sitelerinde anında yayınlandı.
Normal bir ülkede, gazeteciler böyle bir soru sormazdı.
Mesela Fransa’da, başkan yardımcısına “Mahkeme kararını uygulayacak mısınız” diye soru soracak bir gazetecinin aklından şüphe edilirdi.
Ya da Almanya’da, ABD’de, İngiltere’de de! Üyesi olmaya çalıştığımız AB üyesi diğer ülkelerde de.
Çünkü normal bir hukuk devletinde, mahkeme kararının uygulanmama ihtimalinin olabileceği gazetecilerin aklına gelmezdi.
Bir gazeteci yanlışlıkla böyle bir soru sorsa, hükümetin yetkilisi soruyu sorana boş gözlerle bakar, ne demek istediğini anlamakta da zorlanırdı.
Bizim gazeteci arkadaşlarımız bu soruyu sordular, çünkü biliyorlardı ki daha iki hafta önce Başbakan, yine böyle bir İdare Mahkemesi kararı hakkında “Yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım” demişti.
Bununla da yetinmemiş, “Seçimden sonra Danıştay konusunda da düzenlemeler yapacağız” demeyi de ihmal etmemişti.
Zaten bugüne kadar uygulanmayan mahkeme kararlarını üst üste koysak sıkı bir gökdelen de elde edebilirdik.
Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “hukuk devleti” olduğu yazılı!
Ama oraya yazmakla iş bitmiyor.

Yazarın Tüm Yazıları