Paylaş
Çünkü biliyor ki: “Savaş” devreye girince...
Galeyan gelir.
Hırsızlık, rüşvet, irtikâp iddiaları paranteze alınır.
Mantık savuşur.
Batı tipi bir reformcunun Kuzey Kore tipi bir yasakçıya dönüşmesi meselesi bir süreliğine de olsa gündem dışı olur.
Hamaset büyür.
“Özel değil genel genel... Genel ahlaksızlık...” sözleri unutulur.
“Gık” diyene “Vay, düşmanla işbirliği ha!” diyebilme imkânı elde edilir.
“Yemişim Twitter’ı, Facebook’u, Youtube’u... Vatan elden gidiyor yahu” naraları atılır.
Ayakkabı kutuları rafa kalkar.
Başkalarının çocuklarının hayatları üzerinden efelenmeler, kendisini bayağı bir korkusuz cengâver gibi gösterir.
Kupon arazi peşinde koştuğu belli olmaz.
“Şimdi hukukun sırası mı madam? Biz burada savaş yapıyoruz” cümlesine meşruiyet kazandırılmış olur.
Propagandanın yönü değişir: “Bana oy verirsen Mehmetçik’e oy vermiş gibi olursun” falan denir.
*
Galiba savaşacak.
Üstelik savaşmak için elinde kapı gibi iki seçenek var:
BİR: Esad... İKİ: IŞİD...
Esad’la savaşacak... Esad olmazsa... IŞİD ne güne duruyor? Onunla savaşacak.
Zaten ikisi de sunuyor fıstık gibi gerekçeyi:
Esad savaş uçaklarıyla taciz ediyor.
IŞİD ise Türkiye korumasındaki türbeyi vurmakla tehdit ediyor.
*
Galiba savaşacak.
Çünkü biliyor ki:
Bir türlü sıfırlanamayan şeyleri ancak bir savaş sayesinde sıfırlayabilir.
Çıkacak olan kasetin gümbürtüsünü ancak bir savaş sayesinde bastırabilir.
Dünyadan bunca kopukluğu ancak bir savaş sayesinde telafi edebilir.
Ancak savaş durumunda indirebilir demirden yumruğunu muarızlarının tepesine.
*
Kısacası: Savaşacak ve savaştan kazanacak.
Diyeceksiniz ki: Ama savaşırsa Türkiye kaybeder.
Hukuk kaybedilmiş.
Emniyet kaybedilmiş.
Tutarlılık kaybedilmiş.
Huzur kaybedilmiş.
İçbarış kaybedilmiş.
Güven kaybedilmiş.
Mutluluk kaybedilmiş.
İstikrar kaybedilmiş.
İtibar kaybedilmiş.
E biraz da savaştan kaybedilsin, ne olur ki?
İmaların anlamı
GÜL: “Twitter’ın kanunen yasaklanması mümkün değil.”
ANLAMI: Yaktınız beni. Toptan yasaklama yapmayacağız dediniz. Söz verdiniz. Sözünüzde durmadınız. Kestiniz Twitter’ı... Beni zor durumda bıraktınız.
*
ERDOĞAN: “Cumhurbaşkanı’nı bile dinlemişler.”
ANLAMI: Akıllı ol Abdullah kardeşim. Bırak şu özgürlük savunuculuğunu... Bu adamlar seni de dinlediler. Yakında patlatırlarsa kasetini görürsün özgürlüğü.
*
GÜL: “Beni dinlediler mi bilmiyorum ama dinleseler de mesele değil. Benim korkacak bir şeyim yok.”
ANLAMI: Biz senin gibi sıfırlama muhabbeti yapmadık, kasamız yok, kutumuz yok... Sen kendine bak.
Pensilvanyacı!
ESKİDEN hükümete aykırı şeyler söyleyenlerin alayına şöyle derlerdi:
Ergenekoncu!
Pensilvanyacılar da dahildi bunu diyenlere.
*
Şimdi hükümete aykırı şeyler söyleyenlerin alayına Başbakan şöyle diyor:
Pensilvanyacı!
*
İster CHP ol, ister MHP ol, ister sosyalist ol, ister İslamcı ol, ister Fenerbahçeli ol, ister Çarşı’cı ol, ister Saadet’li ol, ister BBP’li ol, ister liberal ol...
Hiç fark etmiyor.
Değil mi ki hükümete aykırı şeyler söylüyorsun, o zaman sen Pensilvanyacısın.
*
Günde sekiz kere “Kahrolsun Pensilvanya” desen de böyle, demesen de böyle.
Twitter kusura bakmasın
BAŞBAKAN Erdoğan Twitter’ı bir şahıs yerine koyarak şöyle demiş:
“Twitter kusura bakmasın... Biz üçüncü dünya ülkesi değiliz.”
*
Bu olmuş.
Ama aynı cümleyi şöyle kursa da olurdu:
“Twitter kusura baksın... Biz üçüncü dünya ülkesiyiz.”
AKP’ye oy vermeyenler müşrik ordusu mudur?
AYŞENUR İslam.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı.
Görevi: Toplumsal birliği korumak ve sağlamak...
*
Ama heyecana kapılınca görevini falan unutmuş “Sayın Bakan”.
Şöyle demiş:
“Sandık kurulunda vazifeli olan herkesin görevi, Uhud’daki okçulardan daha az önemli değildir.”
*
Yani demek istiyor ki:
Uhud’daki okçuların görevi çok önemliydi. Onlar görev yerlerini terk ettiler. Bizim partinin görevlileri görev yerlerini terk etmemeli.
*
Nasıl konuşuyor bu Bakan?
Sanki karşısında bir müşrik ordusu varmış gibi konuşuyor.
Sanki AK Parti dışındaki partileri Ebu Leheb’ler, Ebu Cehil’ler yönetiyormuş gibi konuşuyor.
Sanki belediye seçimine değil de müşriklerle savaşa giriyorlarmış gibi konuşuyor.
Sanki belediyeyi kendileri kaybederse müşrikler kazanacakmış gibi konuşuyor.
Sanki Uhud okçuları, ayakkabı kutularından çıkan milyon dolarlar için Uhud’a konuşlanmışlar gibi konuşuyor.
*
Bir sosyal politikalar bakanı, ülkesinin toplumsal birliğine bundan daha kusursuz bir darbe vuramazdı.
Ana-bacı edebiyatı
“SENİN anana-bacına böyle yapsalar, kabul eder misin?”
Bu cümleyi işittiğimde midem bulanır.
*
Çünkü bu cümleyi kuranların şöyle bir sorunu vardır:
Bir kadınla empati kurabilmeleri için o kadının ille de anaları ya da bacıları olması gerekir.
Aksi takdirde sorun yoktur.
Ancak anası ya da bacısı aklına getirilirse durdurulabilen kişilerin ilk ve tek silahıdır “ana-bacı edebiyatı”.
*
Ulaştırma Bakanı Lütfi Elvan, geçen akşam CNN Türk’teki bir tartışmada bu edebiyatın çok şahane bir örneğini sergiledi.
Bana da midemi tutarak izlemek düştü.
Paylaş