Paylaş
Bu sözü Abraham Lincoln söylemiş. Borgen isimli Danimarka dizisinin final bölümünün girişinde okumuş ve not almıştım. Şu anda memleketin en yetkili kişisi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan!
Hesapta anayasal düzenimiz bazı sınırlamalar getirmiş, halk adına yetki kullanacak kurumlar arasında dengeyi sağlayacak mekanizmalar kurmuş ama varabildiğimiz yer bir tek kişinin neredeyse sınırsız yetki kullandığı bir rejim.
Yetkisinin sınırı yok.
Yüksek Seçim Kurulu bir “yasak” getirmiş ve Başbakan’ın hoşuna gitmemişse şunu duyuyoruz: “O yasağı da yasaklarız.”
Seçim yasaklarına aykırı tanıtım filmi yasaklandığında söylediği söze bakın: “Yasak getirdiler ama bizde çözüm bol.”
Rüşvet ve yolsuzluk soruşturması nedeniyle elde edilen telefon konuşmaları Facebook ve Youtube’da yayınlanıyor diye yapmayı düşündüğü şu: “Bu milleti Facebook’a, Youtube’a yedirmeyiz. Kapatılması dahil, atılması gereken adımlar neyse atacağız.”
Havuzlar ve yandaş işadamları vasıtasıyla yarısından çoğu ele geçirilmiş medya düzeninde vatandaş Twitter’dan mı haber alıyor. Başbakan için çözüm kolay: “Twitter mivitter hepsinin kökünü kazıyacağız. Uluslararası camia şunu der, bunu der, hiç beni ilgilendirmiyor.”
Bir savcı, Başbakan’ın hoşuna gitmeyen bir soruşturma mı başlatmış. Çaresi var. Müsteşarı emri veriyor: “Yırtın atın. Gerekirse kanunu değiştiririz.”
Bir gazeteci Başbakan’ı kızdıracak haber mi yazmış. İçişleri Bakanı emri yağdırıyor: “Kapısını kırın, girin, alın!”
Kamu ihalelerinin kime verileceğinin yetkisi de kendisinde.
Hangi ihalenin kime verileceğini, ihaleyi alanın hangi vakfa kaç lira bağışlayacağını da o belirliyor. Devlete ait bir arazi mi satılmış? Ondan habersiz asla! “Kupon arazileri bana sormadan satmayın, sattığınızı bir yolunu bulup iptal edin” emri iki dudağının arasından kolayca çıkabiliyor.
Mahkeme, Başbakanlık binasının inşaatının durdurulmasına mı karar vermiş, yetki onda: “Güçleri yetiyorsa yıksınlar. Yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım.”
Mahkemeler Başbakan’ın hoşuna giden karar verince mesele yok ama: “Yargı bağımsız, biz karışamayız.”
Çünkü kendisini her şeyin üstünde görüyor. Kanun da kendisi, ihale komisyonu da, mahkeme de, savcı da, polis de!
Bir tür “seçilmiş adam” olduğuna inanıyor, kim bilir belki de kendisini “mehdi” bile zannediyor olabilir. Lincoln’ün söylediği gibi karakteri yetki ile test edildiğinde, karşımıza çıkan insan otoriter bir kişilik.
Yetkiyi alana kadar “demokrasi tramvayında” gidiyordu, şimdi son durağa gelir gelmez aşağıya atlama niyetini saklama gereğini bile duymuyor!
‘Yeni Türkiye’ dedikleri eskisinin aynı
YANDAŞ medya Twitter’ın yasaklanmasını okuyucularına genellikle şu başlıkla duyurdu: Türkiye gücünü gösterdi!
Çocukluğumdan beri en çok duyduğum sözlerden biri budur: Türkiye gerektiğinde gücünü göstermesini bilir!
Önce Süleyman Demirel’den duymuştum, neresinden baksanız bir kırk senedir, değişik ağızlardan duymaya devam ediyorum.
İlginç tarafı da şu ki bu güç sadece vatandaşlara karşı işler.
Hak arayanlara, işçilere, köylülere, Kürtlere, Alevilere, gençlere!
Askerlerin başına çuval geçirilirken, Mavi Marmara’da vatandaşları öldürülürken, Suriye uçağı düşürürken ortadan toz olur nedense.
Bu “güçlü devlet” vatandaşına karşı kullanır gücünü.
Ezer, sindirir, yasaklar, susturur, döver.
Bunun nedeni, devletin, vatandaşlarının gücünden korkması mıdır, yoksa zannedildiği kadar güçlü olmadığını kendisinin de iyi biliyor olması mıdır?
Büyük olasılıkla ikisi de!
Onun için “yasakçılık” birinci karakteridir.
Özgürlükler sınırlanır, çok zorda kalınırsa gıdım gıdım verilir ki vatandaş alıp başını gitmesin, düzen bozulmasın.
İktidarın “Yeni Türkiye” diye yutturmaya çalıştığı şeyin, dönüp dolaşıp “yasakçı eski Türkiye” olmasının nedeni budur. “Yeni”lik, vatandaşı kimin ezeceği ile ilgilidir, bireylerin özgürlükleri ile değil!
Ortadoğu’nun Peşaver’i olunca
NİĞDE Ulukışla’da, El Kaide ile bağlantılı üç teröristin rutin arama sırasında giriştikleri silahlı saldırıda üç vatandaşımız hayatını kaybetti.
Kahramanmaraşlı astsubay kıdemli üstçavuş Adil Kozanoğlu, Ceyhanlı polis memuru Adem Çoban ve 60 yaşındaki kamyon şoförü Yaşar Turan!
Bunun nedeni, üç yıl önce Suriye diktatörüne karşı başlayan halk ayaklanmasında hükümetin takındığı tutumdur. MİT’in yanlış istihbaratıyla oluşturulan hatalı dış politikanın sonucudur.
Güney sınırımızı, radikal İslamcı silahlı grupların çiftliği haline getirmenin, bununla da kalmayıp her türlü silah ve para yardımı yapmanın bedelidir.
O günlerde biz bunu söylediğimizde “stratejik derinliği olan dış politikadan” söz ediliyordu.
Suriye diktatörünün altı aya kalmadan yıkılıp gideceği, Türkiye’nin bu işten kazançlı çıkacağı ileri sürülüyordu.
Suriye ile ilgili azıcık bilgiye sahip olanların bile kolaylıkla görebilecekleri bir gerçek, mezhepçi hırsın kör ettiği bir dış politikaya tercih edildi.
İşte sınırımız Peşaver’e döndü. Radikal İslamcı terörist gruplar sınırımızı eleğe çevirdi ve sonuç bu!
Üç vatandaşımızın talihsizliği olmasaydı, o teröristler kim bilir hangi hedefe saldıracaklardı.
Olayda ölen astsubayın, polisin ve vatandaşın cenazelerinde gözlerim Dışişleri Bakanı’nı aradı ama yoktu.
Derin bir utanç duyduğu için mi, yoksa tam siper olur ve ortalıkta görünmezse yarattığı eserin sorumluluğundan kurtulacağını düşündüğü için mi?
Paylaş