Paylaş
Parmak izi gibi, DNA gibi o güne damgasını vurur.
Dün sabaha karşı David Lynch’in “Lost Autobahn” filmini kim bilir kaçıncı defa seyrediyordum.
Bir sahnesindeki müziğe ilk defa takılıyorum.
“The Mortal Coil’in”, “Song to the Siren” adlı parçası...
***
Bazı geceler kendimi Cesare Pavese’nin hayatına son verdiği otel odasında hissediyorum.
Eğer erken uyumuşsam, sabahın 2’sinde, “Hayatta her şeyin bittiğine, artık ne yapacak, ne de yazacak bir şeyin kaldığına” emin bir ruhla uyanıyorum.
Bir de David Lynch’in böyle tuhaf bir filmine çatmışsanız, üstüne bir de o sahnedeki “Song to the Siren” gibi insanın ruhuna damardan giren ağır arabesk bir şarkıya düşmüşseniz...
Haliniz duman, kayıp gidersiniz...
Tıpki benim gibi...
Allah’tan Patricia Arquette var...
O sahneden bir önce veya bir sonra soyunuyor ve bir süre harikulade bir kadın seyrediyorsunuz.
“True Romance” filminin müthiş fahişesi, geceyi kurtarıyor.
İşte tam o sırada nereden çıktığını anlamadığım bir şarkı çalmaya başladı.
Ajda Pekkan söylüyordu.
“Eğlen güzelim...”
Şarkı başladı ve gecenin ruh hali birden değişti.
Allah’ım bir şarkı, tanıdık bir ses, akraba bir duygu insanı Cesare Pavese’nin odasından çıkarıp bambaşka bir yere götürür mü...
Ben böyleyim işte..
Bir kelimeyle, bir bakışla, tesadüf olduğu söylenen küçük bir şeyle cehennemin diplerine düşerim.
Sonra bir Ajda gelir...
Beni kurtarır.
Pazar sabahı ‘Türk’üm doğruyum’ yerine Ajda
AJDA harika söylüyor.
“Bir ağlarım bir gülerim,
Sanma ki vazgeçerim,
Alışamam yokluğuna...”
Oysa alışıyoruz işte...
Yokluğuna da alışıyoruz.
Başka sahillerde kurulan başka hayatlara da...
Tesadüf olduğu söylenen şeylere de alışıyoruz.
Hiç tesadüf olmayanlara da...
Ajda’nın şarkısı devam ediyor:
“Düşün düşün aşamıyorum engelleri
Varamıyorum yanına çarelerin
Yıkıldılar göremiyorum enginler
Gidemiyorum bırakıp uzaklara
Bir ağlarım bir gülerim sanma sakın vazgeçerim
Alışamam inan yokluğuna
Eğlen güzelim, gününü gün et eğlen
Karaları ben bağlarım sende vakit çok erken”
***
Tek bir adam, bir, tek adam, ülkenin yüzde 50’sinin sinir sistemiyle bu kadar oynayabilmişse...
Ülkenin yarısından fazlasında, “Ya seçimden yine o çıkıp, hayatımızı daha da karartırsa” duygusu yaratmışsa...
Pazar sabahına Fikret Kızılok’la başlamak lazım.
“Her gecenin bir sabahı” var...
Her sabahın da umut vaat eden bir şarkısı...
Ajda’yla devam etmek lazım.
“Eğlen güzelim...”
Şu dizeleri defalarca dinlemek lazım.
“Bir ağlarım, bir gülerim
Sanma ki vazgeçerim...”
Sonra kaldırılan andımızın yerine, şu andı haykırmak lazım.
“Ne hayat tarzımdan, ne aşklarımdan, ne vatanımdan, ne hürriyetimden, ne ondan, ne bundan...”
Sanma ki vazgeçeriz...
Unutamıyorsan eğer hatırlamamaya çalış
YENİ bir alışkanlık edindim.
Geceleri başucumda bir defter, film seyrediyorum.
Filmlerdeki diyaloglardan hoşuma gidenleri not ediyorum.
Geçen akşam Yılmaz Erdoğan’ın “Kelebeğin Rüyası”nı seyrederken bir sahnede, Suzan yazdığı mektuplara cevap vermeyen sevgilisine yazdığı bir mektubu okuyor:
“Sevgili şair... Belki de sen haklısın... En iyisi susmak. Susmak ve unutmak...
Unutmak mümkün değilse de belki hatırlamamak...
Ne de olsa ikisi aynı şey değil öyle değil mi.
Hatırlamamak...
Belki bunu becerebiliriz.”
‘Değer mi hiç’ diye başlayıp ‘Değer canım’la biten nakarat
BİR başka film diyaloğu da, İtalyan yönetmen Fellini’nin hayatını anlatan “Nine” filminden.
Fellini bir termal otelin şifalı sular havuzunda Vatikan’dan bir rahiple konuşuyor:
-Rahip: “İnsanların senin filmlerinde o kadar seks görmesi gerekir mi? Gerekmez. Onu biz hayal edebiliriz.”
-Fellini: “Zaten yaptığım filmler benim hayal ettiklerim.”
-Rahip: “Öyleyse hayallerinin ahlaki eğitimi yok.”
-Fellini: “Hayali nasıl eğitebilirsiniz ki?”
-Rahip: “Hayal gücü Tanrı’nın bahçesidir. Şeytanın orada oynamasına izin verme. İtalyan kadınına eş olmayı öğret. Orospu olmayı değil. Bizi müstehcen ve ahlaksız gösterme. İtalyan olmakla gururlandır.”
Fellini bu cümleyi duyduktan sonra havuzun suyuna dalar ve sahne biter.
Filmin beni en çok etkileyen sahnesi şuydu:
Sevdiği kadın Fellini’yi bırakıyor. Onun bıraktığı boşluk yüzünden uzunca bir süre film yapamıyor, küçük kasabalarda tek başına yaşıyor.
Bir gün bir arkadaşı “Yeniden film yapmaya başla” diyor.
Fellini şunu söylüyor:
“Bugünlerde yapabileceğim tek film kadınını geri almaya çalışan bir erkeğin hayatı olabilir.”
***
Demek ki Fellini gibi bir deha da, kaybettiği kadın yüzünden diplere düşebilirmiş...
Bütün erkekler için Sezen'in harika şarkısı kadar rahatlatıcı bir duygu değil mi...
Yani bir gece yarısı “Değer mi hiç” isyanı ile başlayıp, sonunda “Değer canım” gibi harika bir teselli nakaratı ile biten geceler...
Onlar da bize ait şeyler...
NOT: Dünkü yazımda önceki gece Genelkurmay Başkanlığı’nın da bir tweet attığını yazmıştım. Dün Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden aradılar. O tweet’i Genelkurmay atmamış. Genelkurmay’ın yaptığı açıklamayı bir başka kişi, kendi özel hesabından tweet’lemiş.
Paylaş