Paylaş
Hiç olmadığı kadar, kendime hiç yakıştıramadığım kadar öfkeliyim...
Bir şeyler içimi kemiriyor.
Allah’tan ki geceler var... El ayak ortalıktan çekilince, bana kalan geceler...
Beyaz bir kar gibi, her şeyin üstünü örten sonsuz ve yalnız geceler.
O sessizlik, onun fon müziği, biraz eski, biraz yeni şarkılar, kararmış ruhumu sakinleştiriyor.
Kendime geliyorum.
İşte öyle anlarda, onları düşünüyorum.
Tanıdığım bazı insanları. Bazı AKP’lileri...
Mesela Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı...
* * *
Akşam olmuş, evde eşiyle baş başa oturmuş sohbet ediyorlar.
Biliyorum ki, 17 yaşında kaybettikleri Fatih de her akşam o masada.
Ne zaman hatırlasa, ağlamaya başlıyor. Biliyoruz... Hissediyoruz.
Onlar da biliyorlar, hissediyorlar ki.
Ülkenin bir başka masasında, masalarında, kaybedilmiş evlatlarla oturulmuş başka masalar var.
Biliyoruz ki, evlat kaybedenin halinden en iyi bir başka evlat kaybeden anlar.
İşte öyle anlarda, geceler üstüme çökünce merak ediyorum.
Ne düşünüyor, ne hissediyorlardır Berkin için... Burakcan için... Ali İsmail için... Öteki çocuklar için...
* * *
Merak ediyorum, o yemek masalarında ta kaç yıl önce alınmış mütevazı bir dairenin, geriye kalan borçları da konuşuluyor mudur...
Her ay milletvekili maaşından kesilen konut kredilerinin bitmeyen faizleri...
Belki de bitmeyecek kesintileri...
* * *
Merak ediyorum...
Ayakkabı kutularından fışkıran paralar...
Evlerdeki kasalar...
600 milyon dolarlık havuzlar...
Daha geçen yıl hukuk fakültesinden mezun olmuş, “yetenekli bir bay avukatın” 14 milyon lira yatırarak aldığı 6 villa...
Ve sıfırlanamayan 30 milyon Euro’luk tapeler...
Acaba konuşuyorlar mıdır...
* * *
Yoksa hiç açmayıp da, sadece her ay kendi maaşlarından kesilen konut kredilerinden artakalan parayla ayın sonunu nasıl getireceklerinin gailesine mi kapılıp gidiyorlardır...
Acaba başka AKP’liler de, akşam yemeklerinde, geceler üzerlerine çöktüğünde, yalnız kaldıklarında neler düşünüyordur...
Bir kendi oğullarına, kızlarına bakıp, bir de öteki “Yetenekli Bay Ripley”lere bakıp şu soruyu kendi kendilerine soruyorlar mıdır:
“Acaba birlikte yürüdüğümüz şu yollar aynı yollar mıydı...
Biz hakikatten aynı yağmurlarda mı ıslandık...”
* * *
“Acaba niye bizim ayakkabı kutularımızdan sadece kundura çıkıyor da... Niye onlarınkinden...”
Sonunu bile getiremedikleri bu cümleler, bir şüphe zerresi halinde vicdanlarında küçücük bir yara açıyor mudur?
Sonra kendi çocuklarına bakıp diyorlar mıdır ki:
Biz çok mu safız...
Çocuklarımıza da bu kahrolası saflığı ve dürüstlüğü biz mi öğrettik...
Yoksa onların çocukları mı çok becerikli bay şu, bay buydu...
* * *
Sessiz gecelerde dışarıdan bakıyorum. Bir nehrin kenarında oturduğum sessiz gecelerde, önümden gelip geçeni seyrediyorum.
Ve sessiz insanlara, sessiz AKP’lilere şunu söylemek geliyor içimden:
Kaybedilen evlatların mezarına bir çiçek...
Zaman zaman küçük gözyaşları ile ıslatılan hatıra albümleri...
Öteki kayıp evlatlara da sıcak bir sarılış...
İyidir be...
* * *
Her anne, her baba evladı ile övünür.
Her kayıp evlat, her yaşayan evlat çileli babasıyla gurur duyar.
Dünyanın en güzel aile fotoğrafıdır bu.
Muhafazakâr insana da yakışır...
Muhafazakâr olmayana da...
İnsan gibi insanın aile fotoğrafıdır bu...
* * *
Yetenek dediğiniz şey, ayakkabı kutularıysa eğer...
Sıfırlanamayan şeylerle ölçülüyorsa eğer yetenek dediğiniz şey...
Kilosu, metresi, darası, para sayma makineleriyle ölçülüyorsa eğer...
O yetenek, gümüş tepsilerde, çikolataların altına saklanan şeylerse...
Bırakın sizin bizim evlatlarımız ‘Yeteneksiz Bay Ripley’ler, ‘Bayan Ripley’ler olsunlar...
Yaşadığımız, gördüğümüz, dinlediğimiz bunca şeyden sonra o evlatlara daha sıkı sarılalım.
Çünkü bu çağda, babanın gölgesinde kalmamak, hayatta, mütevazı ama şahsiyetli adımlarla yürümek...
Ve dürüst kalmak...
Asıl yetenek budur...
Paylaş