Paylaş
Konuşmaları basından okuyorum. Başbakan’ın Adana mitingindeki öfkeli ve coşkulu konuşmasında şu sözlerinin altını çizdim:
“Partilerin genel başkanlarına, siyasilere ve medyaya sorumluluk, samimiyet çağrısı yapıyorum. Kışkırtıcı, ayırıcı üsluptan uzak durulmasını rica ediyorum.”
Çok doğru, fakat keşke dedim Başbakan’ın kendisi buna örnek olsa... Keşke dedim, evlat acıları arasında kendisi “ayırım” yapmasaydı....
BEŞ YIL ÖNCE
Mart 2009, yine mahalli seçimlere gidiliyordu. 26 Şubat günü şöyle yazmıştım:
“Ali Eşref Turan, ‘Türkiye’de Seçmen Davranışları’ adlı kitabında, AKP Lideri Erdoğan’ın 2002’de ‘seçimlere giderken yumuşak ve uzlaşmacı’ bir dil kullandığını yazıyor; gerçekten öyleydi. Ama bu seçimlerde tam tersi; öfkeli, kavgacı bir Erdoğan var...”
Beş yıl önce bile Erdoğan “öfkeli ve kavgacı” bir dil kullanmış. Bugün her taşın altından bir “paralel” keşfediliyor, yeri göğü kuşatmış bir canavar tablosu çiziliyor. Diyelim ki bu yüzden öfkeli...
Fakat 2009’da böyle bir öfke sebebi yoktu. Türkiye, cumhurbaşkanı krizini aşmış, Gül cumhurbaşkanı seçilmişti...
Beş yıl önce Türkiye’nin önünde iki ihtimal, iki senaryo görünüyordu: İyimser senaryo, seçimleri kazanacağı belli olan AK Parti’nin 2002’deki barışçı ve uzlaşmacı üslubunu devam ettirerek gerilimden sakınmasıydı, reformları sürdürmesiydi.
Bundan bütün Türkiye kazanır diye yazmıştım.
Fakat beş yıl önce bile işaretleri görünen bir “kötü senaryo” ihtimali de vardı: Kutuplaşma ve otoriterleşme...
Aynen şöyle yazmıştım:
‘KÖTÜ SENARYO’
“Fareed Zakaria’nın ‘İlliberal Demokrasi’ dediği sistem; yani liberal olmayan demokrasi! Seçimle gelen ama otoriter!
Zakaria’nın verdiği örnekler Yeltsin, Putin, Chavez, Aliyev gibi isimlerdir. Bu listeye Peron’ları da eklemek lazım. Muhalefet vardır ama etkisizdir. Özgürlükler vardır ama iktidarı rahatsız edecek boyutlarda eleştirel olarak kullanılması fiilen risklidir!
Özerk olması gereken devlet kurumları, meslek ve sivil toplum kuruluşları merkezi kontrol altındadır, medya hizaya getirilmiştir...
Fareed Zakaria, ‘Putin bunları yaparken seçmenlerin dileklerini yerine getiriyordu’ diye yazar. Bu yönüyle ‘demokratik’tir ama özgürlükçü olmadığı için ‘illiberal’dir. ‘Liberal demokrasi’ değildir, popülist demokrasi, otoriter demokrasi falandır...
Kötü senaryoda seçimlerden başarıyla çıkan Erdoğan’ın özgüveni güçlenir, öfke ve hırsla doludizgin ‘illiberal demokrasi’ye yönelir!
Ve çok kötü olur.
Türkiye 25 yıllık yüzeysel bir demokrasi değildir. Dünyaya açıklığıyla, demokratik kurumların tarihsel derinliğiyle, toplumsal ve entelektüel çeşitliliğiyle Türkiye bu daracık ayakkabıyı giyemez. Rahatsızlık fevkalade artar, ülkeyi yönetmek çok zorlaşır...” (Milliyet, 26 Şubat, 2009)
BÖYLE GİTMEZ
Yukarıya aldığım yazımın üzerinden beş yıl geçti, işte “Rahatsızlık fevkalade artmış, ülkeyi yönetmek çok zorlaşmıştır!”
AK Parti’nin liberal demokrasi ve piyasa ekonomisi yönündeki reformları inkâr edilemez. Fakat sosyal gelişme “minnettar” bir toplum ortaya çıkarmaz, aksine daha çeşitli ve hareketli bir toplum ortaya çıkarır. Onun için çağımızda geçerli demokrasinin adı “çoğulcu demokrasi”dir.
Gerilimi düşürmek için iktidarın ihtiyacı daha çok “güç” değildir; uzlaşmacı ve barışık üsluptur, özgürlüklere ve hukuka saygılı davranıştır. Aksi halde, bu gerilim daha fazla sürdürülemez, bundan sonra karşılıklı olarak tepkilerimizi daha da tırmandırarak varabileceğimiz yer ancak felaket olabilir!
Paylaş