Paylaş
Yüzde şu kadar oy aldıkları zaman, seçmenin bütün bu olup bitenlere inanmadığı ve iddialar karşısında kendilerini akladığı sonucunu çıkaracaklar.
“Yüzde şu kadar oy” diye yazdım, çünkü bu konuda rivayet muhtelif. Kimi yüzde 38’den söz ediyor, kimi 40’tan.
Ben de kendi çapımda bir araştırma yürütüyorum.
Bilimsel bir araştırma değil elbette. Bundan önceki seçimlerde AKP’ye oy verdiğini bildiğim arkadaşlarıma, tanıdıklarıma soruyorum:
“Bu yolsuzluk iddialarına rağmen bu seçimde de AKP’ye oy verecek misiniz?”
Eğitim ve gelir düzeyi yüksek olanlardan kesin bir “Evet vereceğim” yanıtını alamıyorum.
Oylarını değiştirecekleri de belli ama kafaları kime oy verecekleri ile ilgili olarak karışık.
Eğitim ve gelir düzeyi düşük tanıdığım insanlar ise yine AKP’ye oy vereceklerini söylüyorlar.
“Neden” diye sorduğumda ise istisnasız şu yanıtı alıyorum: “Hepsi çalıyor zaten!” ya da “Ötekiler de çalıyordu.”
Oy tercihleri değişmemekle birlikte yolsuzluk suçlamalarının doğruluğu konusunda da belli ki bir kuşkuları yok.
Zaten ayakkabı kutularından çıkan paralar, her gün yenisi yayınlanan konuşma kayıtları ortada dururken tersini düşünmek de mümkün olmazdı.
Bu küçük çaplı araştırmanın ortaya koyduğu bir gerçek var:
Tercihleri AKP olsa bile bu büyük ölçüde seçmen nezdinde bir “aklanmaya” karşılık gelmiyor.
“Hepsi çalıyor zaten” bakışı, bugünkü iktidarı aklamaya yönelik değil, genel olarak siyasetin kirliliğine olan inanca referans veriyor.
Kuruluş ve yükseliş döneminde partinin ismindeki “ak”tan etkilenen kitleler, onun da aynı hızla kirlendiğini görüyor çünkü.
Oy tercihlerinin değişmemiş olmasının nedeni, bugünkü siyasal aktörler içinde kendilerine heyecan ve umut verecek bir seçenek görmüyor olmaları.
Günün birinde karşılarına daha iyi eğitim, daha iyi sağlık, daha iyi ve temiz kamu yönetimi, daha iyi bir ekonomi vaat eden ve bunu gerçekleştirebileceğine ilişkin bir inanç yaratabilen siyasal hareket çıkarsa, oy tercihlerini aynı hızla değiştireceklerini şimdiden söyleyebiliriz.
17 Aralık’taki yolsuzluk operasyonu ile başlayan süreç, AKP’nin gerileme döneminin başlangıcı olmuş belli ki.
Bundan sonrası artık sadece zaman ve siyasetin yeni seçenekler üretme becerisi ile ilgili.
Bir kez daha nefret suçu işledi
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, geçenlerde katıldığı bir televizyon programında, son günlerdeki düşmanı “paralel yapı” ile ilgili olarak şöyle söyledi:
“Bunlar bir defa 3 tane önemli hasleti var, takiye var, yalan var, iftira var, üçünün neticesi fitne var, fesat var, bunlar şiayı geçmiş vaziyette. Şia bunların eline su dökemez. Yalan hakeza...”
Başbakan’ın etnik ve bazı dini inanış gruplarını aşağılar mahiyette konuşmasına yabancı değiliz.
Meydanlarda, mezhebi nedeniyle Kemal Kılıçdaroğlu’nu yuhalattığına bile tanık olmuştuk.
Dolayısıyla Şii inancına yönelik olarak yaptığı bu aşağılama da yeni bir durum sayılmaz.
Konunun “yeniliği”, hükümetin “demokratikleşme paketinin” bir parçası olarak ilan ettiği “nefret suçunu” düzenleyen hükümlerin yasalaşmasının üzerinden on gün bile geçmeden bu sözleri söyleyebilmiş olmasında.
Bu yazıyı yazmak için bugünü beklememin nedeni, “Amacımı aştım, öyle söylemek istememiştim” gibi bir açıklama yaparak, durumu toparlayabileceğini düşünmüş olmamdı.
Böyle bir açıklama yapılmadı, belli ki bu sözleri bilinçli olarak söyledi.
Başbakan’ın bu sözleri, yasalarımızda suç olarak tarif ediliyor.
“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu!
Bakalım, bu suç ile ilgili olarak harekete geçmeye cesaret edebilecek bir savcı çıkacak mı?
Artık bu yargı düzenine güvenemeyiz
ZİRVE Yayınevi katliamının suçüstü yakalanan sanıkları, mahkeme süreci tamamlanamadığı için “beş yılı geçen tutukluluk süreleri” dikkate alınarak tahliye edildiler.
Davanın tek tutuklu sanığı var: Emekli General Hurşit Tolon.
Tolon’u bu davaya bağlayan tek kanıt ise güvenilirliği son derece şüpheli bir gizli tanığın ifadesi!
Tahliye istemini değerlendiren mahkeme, bu gizli tanığın ifadesine dayanarak “kuvvetli suç şüphesi” gerekçesiyle Tolon’un tutukluluğunun devamına karar verdi.
Böylece insanları boğazlarını kesip, işkence ederek öldüren katiller serbest kalırken, aynı davaya gizli tanık ifadesi ile sokulan bir insan tutuklu olarak cezaevinde kalacak.
Mahkeme heyetinin başkanı, gizli tanık ifadesinin kabul edilebilir hukuki bir kanıt olmadığını söylüyor ama diğer iki üye tutukluluğun devamına karar verdi.
Türkiye’de yargı sisteminin iflasının bir örneği de bu tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilmiş karardır.
Artık bu ülkede hiç kimse geleceğine güvenle bakamaz.
Sizi en ağır suça rahatça bulaştırabilecek bir gizli tanık ifadesiyle senelerce hapiste yatabilirsiniz, hatta gerekçesi yazılamayan Ergenekon davasında olduğu gibi müebbet hapis cezalarına bile çarptırılabilirsiniz.
Bu sadece faşist, otoriter yönetimler altında yaşayan toplumlarda olabilecek bir şeydi, şimdi Anayasa’sının başında “demokratik hukuk devleti” yazan Türkiye Cumhuriyeti’nde de mümkün olabiliyor!
Paylaş