Paylaş
Seçime sadece 16 gün kala ülkede siyasi atmosferin yükselmesi, bireylerin normal zamana göre daha politik varlıklar haline gelmesi son derece doğal.
Ama şuna bir bakın:
Berkin Elvan’ın ölümü, ertesi gün de cenazesi nedeniyle Türkiye’nin dört bir yanında milyonlarca yurttaş sokağa döküldü. Yürüyüşler, gösteriler, zaman zaman polisle yaşanan çatışmalar arasında, sokaktaki milyonlarca yurttaş iki gün boyunca hükümet karşıtı sloganlar attı.
Berkin Elvan’ın ölümü ve cenazesi nedeniyle düzenlenen, iki gün boyunca devam eden gösteriler, çokpartili siyasi tarihimizin en büyük ve en kalabalık hükümet karşıtı gösterileriydi.
Böylesi büyük ve kitlesel olan bu hükümet karşıtı gösteriyi aslında kimse organize etmemişti. Milyonlarca insanı sokağa muhalefet dökmemişti; hatta o sokak gösterilerinde iki temel muhalefet partisi olan CHP ve MHP’nin varlığı sembolik düzeyde bile değildi. (Buna karşılık, seçimlerde yüzde 1 ve altında oy alan kimi muhalefet partilerinin bayrak ve flamaları gözüküyordu.)
Evet, bu gösterilere gücünü veren şey, onu kuvvetli hale getiren şey, belki bu organizasyonsuzluk, kendiliğindenlikti. Sokağa çıkan insanlar vicdanları emrettiği için çıkmıştı; benzer vicdani kaygıları duyan ama sokağa çıkmayan daha büyük kitleler de onların arkasındaydı. Çünkü bir çocuğun ölümünü hiçbir ideal meşru gösteremez.
Ama öte yandan bu gösterilerdeki duyarlılık, bir muhalefet organizasyonunun içinde bir siyasi hedef etrafında birleşmedikçe sonuç da alamaz. Ve olumlu anlamda bir sonuç alınamazsa, bu durum o büyük kitlelere büyük bir hayal kırıklığı şeklinde yansıyabilir; öfkeyi daha da arttırabilir.
Bu bakımdan 16 gün sonra yapılacak seçimin sonucu çok önemli olacak. Şu anda bütün o kitlesel öfkenin hedefi olan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu seçimden oy kaybetmeden çıkacak olursa, iki gün boyunca sokağa çıkan insanlar arasında sandığa inançsızlık yaygınlaşabilir.
İyi yönetilen ve ‘demokrasi’ adını hak eden rejimlerde bizim bugünlerde yaşadığımız türden sorunların yaşandığına pek tanık olmayız. Bazılarınca burun kıvırılan İspanya’da ağır ekonomik bunalım şartları altında haftalarca süren büyük kitlesel gösterilere rağmen ne tek bir kişi hayatını kaybetti ne de sandığa inançsızlık ortaya çıktı; çünkü siyasi sistem oluşan tepkileri kendi içine çekebilecek ve onları temsil edebilecek güce sahipti.
Türkiye’de hükümetin bu denli ölçüsüz ve kimseye kulak asmadan hareket etmesinin ardında yatan temel sebep, muhalefetin güçsüzlüğüne olan inancı. Ve hükümetin bu anlamda otoriterleşmesi, kimseye bir şey sormadan ve kimseyi dinlemeden istediğini yapmaya başlaması, öfkeyi muhalefette değil sokakta temsil edilmeye daha da itiyor.
Bu durum da, giderek genişleyen bir kesimde çözümün sandıkta olduğuna dair inancı yok ediyor.
Ülkemizi bekleyen esas büyük tehlike bence bu.
‘Karşı olmak’ ne zaman sonuç alır?
EN temel siyaset kuralı bu: Karşı olmak bir siyasi fikir değildir, sadece karşı olmaktır.
Elbette karşı olmak anlamsız değildir; seçmen davranışı neye ve kime karşı olduğuna göre de biçimlenir. Ama seçimi kazanmak için karşı olmak yetmez, yana olmak gerekir. Yani, AK Parti’ye karşı olanların aynı zamanda bir siyasi partiden de yana olması gerekir.
Ancak salt karşı olmak, mesela Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir rol oynayabilir. Önce Gezi Parkı için, şimdi de Berkin Elvan’ın ölümü ve cenazesi için sokağa çıkanların Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı oldukları belli.
Ve bu karşıtlık, Başbakan Erdoğan’ın aday olması halinde Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir rol oynayabilir.
Erdoğan’ın Çankaya stratejisi
BAŞBAKAN Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimi için 30 Mart’tan sonra, yerel seçim sonuçlarına bakarak karar vereceklerini söylüyor.
Onun böyle söylüyor olması, Cumhurbaşkanlığı seçimini ancak 30 Mart’tan sonra düşünmeye başlayacağı anlamına gelmiyor.
Bana soracak olursanız Başbakan Recep Tayyip Erdoğan en azından 2012 sonbaharından beri kafasının bir yerinde Cumhurbaşkanlığı seçimini düşünerek ve bu seçime ilişkin kendince bir strateji geliştirerek geliyor.
Gezi olayları çıktığında bir an bile tereddüt etmeden sokaktaki insanları şeytanlaştırması ve onları CHP ile özdeşleştirmeye çalışması bu stratejinin ilk taktiksel adımıydı. Erdoğan bu yolla kendi seçmenini ‘karşı’daki ‘düşman’a karşı sıkılı bir yumruk haline getirmeye çalıştı.
17 Aralık operasyonu ve yolsuzluk suçlamaları geldiğinde de, krizi bir fırsata dönüştürmek istemekte gecikmedi; yeniden ‘karşı’ya ‘düşman’ları koydu; bu sefer cemaat ile CHP’yi özdeşleştirmeye çalışıyor.
Bütün bunları Cumhurbaşkanlığı seçiminde karşısına bir koalisyon çıkmaması için yapıyor. O yüzden hedefi seçimi ikinci tura götürmemek, ikinci tura gidilse bile ‘karşı’daki ‘düşman’ların tek bir aday etrafında birleşmesini şimdiden imkânsız kılmak.
Paylaş