Paylaş
Çünkü Yüksek Mahkeme, AİHM içtihatlarını esas alan, evrensel hukuka göre karar veren bir anayasal yargı kurumudur.
Başbuğ kararının gerekçesi iki var:
1- Başbuğ’u mahkûm eden Ağır Ceza Mahkemesi hâlâ gerekçeli kararı yazmamış, dosyanın Yargıtay’a gelmesi bu yüzden “gecikmiş”tir...
2- Başbuğ’un önceki tahliye talepleri, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “etkili bir şekilde inceleme” yapılmaksızın reddedilmiştir.
Mahkeme bu iki sebepten “kişi hürriyeti ve güvenliği”nin ihlal edilmiş olduğuna karar vermiştir. Sayın Başbuğ bugün tahliye edilecektir.
AYM’nin kararı son derece önemli bir içtihattır.
NEDEN ÖNEMLİ?
Başbuğ’un avukatı İlkay Sezer, Anayasa Mahkemesi’ne 22 Ocak’ta başvurduğuna göre, 35 gün gibi nispeten kısa sürede karar çıkmıştı. Bu, adil yargılanma kavramını AYM’nin ne kadar önemsediğini gösterir.
Anayasa Mahkememiz, Balbay ve diğer vekiller hakkında “milletvekili seçilmiş” olmayı, Fatih Hilmioğlu hakkında “yaşam hakkı”nı esas alan kararlar vermişti. Başbuğ hakkındaki kararla da iki kavram artık içtihat haline gelmiş bulunuyor: Yargı kararlarının makul süre ötesinde “gecikmesi” ve mahkemelerin “etkili inceleme” yapmaması artık insan hakları ihlalidir!
Bu, bütün yargılama sistemimizi olumlu etkileyecektir. Ülkemizde adil yargılanma hukukunun gelişmesini sağlayacaktır. Unutmayalım ki, AB ülkelerinde de “adil yargılanma hakkı” kavramı gelişme halindedir.
SON KARAR DEĞİL
Anayasa Mahkemesi’nin Balbay’dan Başbuğ’a uzanan “bireysel başvuru” kararları tamamen adil yargılanma hakkıyla, yani geniş anlamda “usul”le ilgilidir. “Esas”la ilgili değildir; “suçun vasıf ve mahiyeti, delillerin takdiri” gibi konulara Anayasa Mahkemesi karışmaz, bunlar Yargıtay’ın işidir.
Ben Başbuğ hakkındaki mahkûmiyet kararının “esas” bakımından da yanlış olduğunu düşünüyorum. Başbuğ’un yargılanmasına ilişkin ilk eleştirel yazımı 6 Ocak 2012’de yazmıştım; konuyla ilgili yazılarımın sayısı 13’ü buluyor. Başbuğ’un tutuklanmasını ve yargı sürecini hem “usul” bakımından eleştirmiştim... Hem “esas” bakımından, yani “örgüt” ve “teşebbüs” gibi kavramların gerçekleşmemiş olması bakımından yanlış bulmuştum.
Şimdi bu davada “esas”a ilişkin son sözü Yargıtay söyleyecek, sonra tekrar AYM’ye gelebilir.
BAĞIMSIZ, TARAFSIZ YARGI
Türkiye’de AYM’ye başvuru hakkı ve HSYK’nın bağımsızlığı 2010 referandumuyla getirilmiştir; çok olumludur. Fakat geriye gidişler var. Yürütme erkinin HSYK’daki etkisini aşırı güçlendiren kanun çıkarıldı. Başbakan’ın telefon kayıtlarında görüldüğü gibi yürütmenin yargıya müdahale davranışları var. Savcı tayinleri de böyledir.
Yargının işleyişinde ve evrensel hukukun özümsenmesinde de kalite sorunları var.
Fakat öbür yanda, sevinçle belirtmek gerekir ki, ülkemizde “evrensel hukuk” anlayışı ve uygulamaları da gelişiyor. AYM’nin, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın kararlarında evrensel hukuk yönünde referanslar artmaktadır.
Yılgın bir kötümserlik de, kayıtsız bir iyimserlik de yanlıştır. Hukuk fakültelerinden başlayarak, yargıda mesleki kalitenin güçlendirilmesine ve bilhassa siyasi, itikadi ve felsefi “tarafsızlık” kültürünün geliştirilmesine çok özen göstermek gerekir.
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargıçların onurudur. Ülkemizde “hukuk güvencesine” sahip olmanın sağlayacağı huzuru da ancak evrensel hukuku benimsemiş, bağımsız ve tarafsız yargı sağlayabilecektir.
Paylaş