Paylaş
Ortada parasal miktarı dehşetengiz boyutta yolsuzluk ve rüşvet iddiaları var; ihaleye fesat karıştırma, yargıya müdahale, soruşturmaları engelleme, hâkim ve savcıları sürgüne gönderme, soruşturmacı polisleri tasfiye var.
Normal bir ülkede yukarıdaki kısacık paragrafa sığdırdığım suçlamalardan sadece bir tanesi bile hükümetlerin istifasına yeter aslında.
Ama bir de ne görelim; Başbakan’ın özel veya devlet işiyle ilgili görüşmelerini dinleyip kayıt altına alan, şantaja başvurmaktan çekinmeyen, sadece iki ay içinde koca ülkeyi ve devleti istikrarsızlaştırmayı başaran bir de ‘yapı’ var. Devlete ve onun başlıca kurumları olan yargıya, güvenliğe, adalete, uzman ‘bağımsız’ kurumlara güvensizlik doruk noktada.
‘Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek’ tam da burada işte.
Devletin, kurumların, gündelik hayatın temel istikrarını sağlayan kurumların yok olması tehlikesini bize gösterip bizi yolsuzlukların üzerine bir bardak su içmeye zorlamak.
Nasıl olacak bu?
Herkes biliyor: AK Parti, dört pazar sonra yapılacak olan yerel seçimden yüzde 40’ın üzerinde bir oyla çıkarsa, hükümetimiz ‘Hah, yolsuzluk iddialarının üzerine bir bardak su içildi’ diye düşünecek; Başbakan gönül huzuru içinde Cumhurbaşkanlığı’na aday olabilecek.
Bazılarımız çıkıp haykıracak, ‘Hayır’ diyecek, ‘Yolsuzluk iddialarının üzerine, ayakkabı kutularından çıkan milyon dolarların üzerine, sıfırla talimatlarının üzerine, sen bir şikâyet dilekçesi yaz biz ihaleyi iptal edelim sözlerinin üzerine su falan içmeyiz.’
Evet, böyle olacak. Ama bu huzur ve barış anlamına gelmeyecek.
Yolsuzluk suçlamalarının adamakıllı araştırılıp soruşturulduğu gösterilmeden, yargıya ve adalete dönük bir güven ortamı yaratılıp yolsuzluk yapanlar ve bunca telefon kaydını, ortam dinleme kaydını yapıp sonra da ortaya salmak için uygun günü bekleyenler, yani ülkeyi bu hale getirenlerin hepsi birden yargı önüne çıkmadıkça, bu ülkeye toplumsal barış gelmeyecek.
Barışı getirmek Başbakan’ın görevidir
TÜRKİYE siyasi kutuplaşmanın çok ama çok keskinleştiği nice dönemden geçti.
Bugünküne benzer bir sertleşmeyi biz 2007 ve 2008’de de yaşadık.
Ama bugünün bir farkı var: Bu kez hükümet karşıtı öfkenin kaynağı antidemokratik değil; tam tersine demokrasi, şeffaflık ve yolsuzlukların ortadan kalkmasını isteyen meşru bir öfke var.
O yüzden Başbakan’ın ve AK Parti’nin ‘Seçimi kazanırız, yolumuza devam ederiz’ diye düşünmesi çok gerçekçi değil.
Başbakan Erdoğan, önceki gün ‘sürpriz’ sayılabilecek bir açıklama yaptı, Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmayabileceğini söyledi.
Başbakan kendi adaylığının, yerel seçimin sonucu ne olursa olsun, toplumsal gerilimi arttıracağını, aday olmayarak gerilimi düşürme yoluna gidebileceğini düşünüyor olabilir. Ben bunun işe yarayacağından şüpheliyim.
Başbakan Erdoğan’ın en önce, şahsına ve iktidarına yönelik toplumsal öfkenin eskiden olduğu gibi gayrimeşru bir antidemokratik öfke değil tam tersine meşru demokratik talepleri olan bir öfke olduğunu kabul etmesi ve buna göre davranmaya başlaması gerekir.
Bu kabul gerçekleştiğinde geriye bir tek yolsuzluk iddialarından aklanmak kalacağı için de, ‘paralel yapı’nın gerçek bir tehdit olduğuna kendisine öfke duyanları bile inandırması mümkün olabilir.
Yoksa büyük kitleler, ‘paralel yapı’ ile savaşın aslında antidemokratik yasa ve uygulamaların yürürlüğe sokulup tek adam rejiminin yerleşmesi için bir bahane olduğunu düşünmeye devam ederler; bu da toplumu çok ama çok tehlikeli bir noktaya sürükleyebilir.
Barışı geri getirmek Başbakan’ın görevidir.
Sebep Gezi Parkı stratejisi
BAŞBAKAN Erdoğan’ın Gezi olaylarına verdiği tepki herkesin belleğinde taze. Daha o günlerde, Başbakan’ın bu tepkiyi bilinçli bir tercih sonunda verdiğini, daha da vermeye devam edeceğini yazmıştım. (‘Başbakan sokağı anladı; yaptığı da bilinçli’, 4 Haziran 2013, Hürriyet)
Başbakan, mayıs sonunda başlayan Gezi olayları sırasında sıcağı sıcağına kurduğu bu seçim stratejisini terk etmediği sürece, Türkiye’ye toplumsal barışın gelmesi kolay değil.
Neydi o strateji?
Her şeyi ama her şeyi siyaset diline tercüme etmek, karşıya gerçekten orada olsa da olmasa da siyasi rakip (daha çok CHP ama şimdilerde cemaat ve CHP bir arada) yerleştirmek, onları kendisiyle sandıkta hesaplaşmaya davet etmek.
Bunu Gezi olaylarının göbeğinde düzenlediği mitinglerde de yaptı Başbakan, bugün de yapıyor.
Amacı, kendi seçmenini konsolide etmek; kendi seçmen tabanında yaşayabileceği kayıpları en azda tutmaya çalışmak.
Nitekim Gezi’de başlangıçta AK Parti seçmenleri arasında hükümetin Gezi olaylarına müdahalesini onaylamayanların oranı hayli yüksekken bunu çok küçük bir orana düşürmeyi başardı Başbakan. Bugün de yolsuzluk algısı nedeniyle ocak ayında yaşadığı kaybı gidermiş gibi gözüküyor.
Peki ama kendisi ve partisi açısından başarılı sonuçlar veriyor gibi duran bir stratejiyi neden terk etsin Başbakan?
Tek bir sebeple:
Evet bu strateji AK Parti seçmenini konsolide ediyor, onları tek yumruk haline getiriyor ama aynı zamanda AK Parti ve Erdoğan karşıtı duyguları ‘nefret’ boyutuna taşıyor ve karşı tarafı da konsolide edip tek yumruk haline getiriyor.
Bu da, AK Parti’ye seçimi kazansa bile yönetmekte zorluk çekeceği bir ülke, bir toplumsal yapı olarak geri dönüyor.
Paylaş