Milli irade milletin değil, Başbakan’ın iradesi

GUSTAVE Le Bon tartışmalı bir sosyolog.

Haberin Devamı

Le Bon’un seçkinlerin toplum mühendisliğini savunduğunu, hatta ırkçı olduğunu öne sürenler var. Haksız da sayılmazlar.
Le Bon bilerek ya da bilmeyerek faşist liderlere esin kaynağı olmuş bir sosyal bilimci.
Ama tüm bunlar onun, liderlerinin büyüsüne kapılmış kitlelere dair gözlemlerini haksız çıkarmaz.
Aksine, içeriden bir göz olarak aydınlatıcı bile olabilir.

*

Le Bon’a göre mesela, milletlerin kaderi kitlelerin ruhunda hazırlanıyor.
Ve etkili liderler de kitlelerin ruhunu içgüdüsel olarak bilen psikologlar arasından çıkıyor.
Kitlelerin ruhunu iyi tanıdıkları için onlara kolaylıkla hâkim oluyorlar.

*

Faal bir kitle içinde bir süre bulunan birey o kitleden yayılan telkinler ve enerjiyle, aynen bir hipnozcunun kucağında uyuyan biri gibi tesir altına giriyor.
İradesini kaybediyor, hisleri ve fikirleri liderin gösterdiği tarafa yöneliyor.
Le Bon yaşasaydı, Başbakan’ın kürsülerden atıfta bulunduğu “milli irade”nin aslında milletin iradesi değil, kendi iradesi olduğunu söylerdi.
120 yıl önce karaladığı şu satırları getirip bugüne koyun, sırıtmıyor:
“Kitle psikolojisiyle bütünleşmiş insan bağımsızlığını yitirmeden önce fikirleri, duyguları cimriyi cömerde, münkiri mümine, korkağı kahramana çevirecek kadar değişime uğrar.”
Bir tür sosyal halüsinasyondan söz ediyor.

*

Haberin Devamı

Ona göre insanlar üzerinde büyük etkileri olan kişiler hakiki kahramanlar değil, efsaneleşmiş kahramanlar.
Şu aralar birçokları Başbakan’ın olan bitene rağmen şiddet ve celal çizgisinden taviz vermeyişine akıl sır erdiremiyor ya?
Le Bon bunun da cevabını vermiş:
“Kitleler şişirilmiş ve aşırı duygulardan etkilenip heyecanlandıkları, ancak bu şekilde harekete geçirildikleri için, onları tahrik etmek ve onlar üzerinde etkisini artırmak isteyen konuşmacı şiddetli ve ateşli ifadelere başvurmak zorunda.”
Başbakan tam da bunu yapıyor.
Abartılı ifadeler kullanıyor, yalan doğru fark etmez, kitleyi etkileyen sözler üzerinde ısrarla durup tekrarlıyor, kitlelerdeki abartı zekâya değil, hislere aitmiş gibi yapıyor.

*

Yargı yürütmenin eline geçiyor, internete sansür geliyor, demokrasinin fişini çeken yasa çıkarılıyor ve büyük bir kitle alkışlıyor ya?
Yeni değil. Sezar kendini hayat boyu diktatör seçtirdiğinde de millet ayakta alkışlamıştı.
Le Bon “Kitleler kuvvete saygı duyarlar” diyor ve ekliyor: “Kitlelerin yönelimleri ve sevgileri her zaman iyi yöneticilere değil, kendilerini baskı altında tutan zorbalara da olmuştur. Zayıf bir hükümete karşı ayaklanmaya hazır olan kitle, kuvvetli bir hükümet karşısında esir gibi eğilir.”
Birbiriyle çelişen, mantık yoksunu açıklamalara kalabalıkların nasıl kandığı akıl almıyor ya?...
Le Bon’a göre, kitleler mantıkla tesir altına alınamıyor.
Sade, zihinlerine hayaller halinde yerleştirilen fikirler onları etkiliyor. Bunlar arasında mantıksal bağ yok. Kitlelerde özeleştiri yeteneği olmadığından, çelişkilerin farkına varamıyorlar.

*

Haberin Devamı

Ve fikirlerin kitlelerin ruhuna yerleşmesi nasıl vakit alıyorsa, o ruhtan çıkmaları da bir anda olmuyor.
İşte bu yüzden yolsuzluk ve rüşvet skandalı patlak verdiği günün ertesinde kitleler peşinden gittikleri “ideal”den bir anda vazgeçemiyor. Kalp ve beyin arası mesafenin kat edilmesi zaman alıyor.
Biz saf saf “Peki ya gerçekler?” deyip duruyoruz.
Oysa kitleler gerçeklerle ilgilenmiyor.
Onları cezbeden sahteyi ilahlaştırarak hoşlarına gitmeyen açık gerçeklere yüz çevirmeyi daha uygun buluyorlar.

*

Kitle halindeki bireyler iradelerini kaybettiklerinden içgüdüsel olarak iradesi sağlam olana dönüyorlar.
“Kitlenin ruhuna daima hâkim olan hürriyet ihtiyacı değil, esirlik ihtiyacı. İtaate susadıkları için liderleri olduğunu söyleyen kimsenin ardından gidiyorlar.”
Le Bon öyle diyor.
Ve ne yazık ki ülkemizden tanıdık bir manzarayı tarif ediyor.

Yazarın Tüm Yazıları