Paylaş
Konuşmalarına “selamünaleyküm” diye başlıyorlar, “hamdolsun” ile devam ediyorlar, birbirlerini “Allah’a emanet” ediyorlar.
Ama konuştukları konular, birbirlerine söyledikleri sözler, ki aralarda ağır argo sözler de söyleyebiliyorlar, konuşmaya başlayıp bitirdikleri gibi olmuyor.
Ana tema, iktidar gücünü nasıl paraya çeviririz meselesi.
Öğreniyoruz ki Başbakan’ın oğlu, İstanbul’da arsalar peşinde. Bunun için kullandığı bir aracı da var. Neresi değerlenecek ise bu adama bildiriliyor, o da arazileri kapatıyor.
Kurtköy’de 160 dönüm arazi kapatılmış, Başbakan o bölgenin önünü açacağını söylemiş filan.
Bunun için yönetmeliklerin değiştirilmesinden söz ediyorlar.
Evlerde milyonlarca Euro, dolar toplanıyor.
İşadamı söz verdiğinden daha azını vermek istiyor (ki on milyon dolar verecek), belli ki üstünü daha sonra tamamlayacak ama nasıl olsa kucağa düşecek denilerek bu para bile beğenilmeyip, alınmıyor. Miktarın ne olabileceğini siz hesaplayın artık!
Villalar yapılıyor, Başbakan’ın kızı villaları yapacak adama binaların arasının kaç metre olacağı ile ilgili istekler sıralıyor ve sonra bu villaların “arada bir tatil için gelen arkadaş ile ilgili olduğuna” inanmamız bekleniyor.
Şunu gerçekten çok merak ediyorum:
AKP içinde mesela Cemil Çiçek gibi geçmişini iyi bildiğimiz, Bülent Arınç gibi tanımasak bile böyle akçalı işlere girmeye tenezzül etmeyeceğini tahmin ettiğimiz siyasetçiler de var.
Merak ettiğim konu, onların bu konuşmaları nasıl karşıladığı.
Kendilerini hiç mi kandırılmış ve kötü hissetmiyorlar? Konuşmalardan onların da mideleri bulanmıyor mu?
Yoksa onlar da “Belki birileri zekâtlarını dağıtsın diye Başbakan’a veriyordur” diye mi düşünüyorlar?
Nasıl oluyor da bütün bu rezillik karşısında susup oturabiliyorlar?
Bir milletvekilliği koltuğu bu kadar mı önemli onlar için? Bir koltuk uğruna gözlerini ve kulaklarını kapatmayı nasıl kendilerine yedirebiliyorlar?
Evet, 28 Şubat ile kıyaslanamaz!
BAŞBAKAN’ın partideki yardımcısı Hüseyin Çelik şöyle dedi: “Bizi 28 Şubat’a benzetiyorlar, büyük densizlik!”
Densizlik midir bilemeyeceğim ama şunu söyleyebilirim ki 28 Şubatçıları, AKP iktidarı ile kıyaslamak mümkün değil.
Mesela 28 Şubatçıların aklına, beğenmedikleri işadamlarını vergi kıskacına almak hiç gelmemişti. Onlar “satın alınmayacak bisküvi listeleri” ile uğraşırlardı. Bunlar, kim kafasını kaldırırsa müfettişleri başına sarıyor, ağır vergi cezalarıyla doğduğuna pişman edebiliyor.
Bunun bir yararı da başkalarının da korkup sinmesi oluyor ki tadından yenmiyor tabii!
Bir örnek daha: 28 Şubatçıların aklına sadece yargı mensuplarını toplayıp brifing vermek gelmişti. Bunlar brifingle filan uğraşmıyorlar. HSYK’yı, Adalet Bakanlığı’na bağladılar, istediklerini yapmayan hâkim ve savcılar artık haritada yer beğenecekler.
Hepsi bu kadar değil: 28 Şubatçıların aklına medyaya bir “Alo Fatih” hattı kurmak, gazetelerin yazı işlerine “siyasi komiserler” yerleştirmek gelmemişti.
İşadamlarına salma salıp, doğrudan kendilerine bağlı yayınlar yapacak gazete ve televizyon satın almayı da düşünememişlerdi.
Kafaları sadece uyduruk olduğu hemen ortaya çıkan andıca çalışmıştı. Bu nedenle 28 Şubat’ta işini ve köşesini kaybeden gazeteci sayısı, bu iktidar döneminde işini ve köşesini kaybeden gazeteci sayısının yanında devede kulak bile kalmıyor!
Ve son olarak: 28 Şubatçıların aklı rant işlerine hiç çalışmamıştı. Hepsi emekli oldular, emekli maaşıyla geçinebilmek için tatil kasabalarına yerleşmek zorunda kaldılar. Oysa bunlar öyle mi?
“On milyon doları” beğenmeyip geri çeviriyorlar, her işten kendilerine bir gelir kapısı yaratabiliyorlar, araziler kapatıp, dünyalığı doğrultuyorlar.
Alo Babacım tarihi
ÇOK kolay unutan bir halkız ve Türkiye’de siyasetçilerin ve kamu yöneticilerinin en büyük güvenceleri de budur.
Onun için 17 Aralık’tan bu yana neler öğrendik, ortalığa neler saçıldı, tekrar hatırlamakta, hatırlatmakta yarar var. Buyurun kısa bir yakın zaman tarihi:
-Halkbank Genel Müdürü’nün evinde, ayakkabı kutularına doldurulmuş 4.5 milyon dolar çıktı.
-Müstafi İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlunun evinde 1 milyon 200 bin lira nakit para ve boyum büyüklüğünde yedi çelik kasa ele geçirildi.
-Müstafi Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın adı 52 milyon dolarlık rüşvet verilen listede yer alıyor. Aynı bakana, Reza Zarrab, 700 bin lira değerinde kol saati hediye etmiş. Özel uçağıyla ailesiyle birlikte umreye yollamış.
-Müstafi İçişleri Bakanı Muammer Güler’in, Reza Zarrab’dan özel koruma hizmetleri ve bazı kişilerin TC vatandaşlığına geçirilmesi için 10 milyon dolar aldığı belirtiliyor.
-Müstafi AB Bakanı Egemen Bağış’ın aynı işadamından elbise torbaları içinde 1.5 milyon dolar aldığı iddiası var.
-Başbakan’ın emriyle, eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın koordinatörlüğünde, ballı ihaleler verilen işadamlarına salma salınarak havuz kurdurtuldu, bu havuzda toplanan para ile Sabah ve ATV satın alındı.
-Operasyon gecesi Başbakan’ın oğluna “Evdeki paraları sıfırlayın” talimatı verdiğine ilişkin telefon kayıtları ortaya çıktı. Paralar o kadar çoktu ki dağıta dağıta bitiremediler, evde en son 30 milyon Euro para kaldığı anlaşıldı.
-Başbakan’a Urla’da iki villa hediye edildiği, kızının villaların inşaatıyla bizzat ilgilendiği ortaya çıktı. Başbakan “O villalar 30 yıldır var” dedi, ama geçen yıl bile villaların olmadığı uydu fotoğraflarından anlaşıldı.
-Başbakan’ın oğlunun bazı telefon konuşmalarından anlaşılıyor ki biriken para emlak yatırımlarında da kullanılıyor. Adalar alınmak isteniyor, değerleneceği önceden bilinen araziler kapatılıyor.
Öğrendiklerimiz sadece bunlardan ibaret değil tabii.
-Devlet içinde yeni bir devlet kurulmuş. Savcılar, hâkimler, polisler kanunları uygulamak yerine Cemaat’ten aldıkları emirleri uygulamışlar.
Binlerce insanın telefonları dinlenmiş, elde edilen kayıtların nerede olduğu bile belli değil.
Ve bütün bunların ortaya saçılmasının tek nedeni Cemaat ile Recep Tayyip Erdoğan arasındaki iktidar mücadelesi.
İktidarı paylaşmaya razı olsalardı, bunların hiçbirini öğrenemeyecektik. Bir taraf trilyonları götürürken, diğer taraf da devlet içinde bildiği gibi at koşturmaya devam edecekti.
Paylaş