Paylaş
Bu konudaki samimi görüşüm şudur: İnşallah bu telefon konuşması kayıtları gerçekten de montaj olsun.
Bir Başbakan’ın bu tür ilişkiler içinde olduğunun ortaya çıkması, aynı zamanda inandığım birçok şeyin çökmesi anlamına geliyor çünkü.
O düzeydeki siyasetçilerin böyle ilişkiler içinde olmalarına peşin hüküm olarak inanmam, inanmak istemem.
Ama gerçek hayat, inançlarımın saflık olabileceğini de düşündürüyor bana.
Geçmişte söylediği sözler yüzünden artık kimsenin inanmadığı çobanın öyküsünü hatırlıyorum.
“Kabataş’ta başörtülü bacımı dövdüler, elimizde görüntüleri var” dedi. Ortada bir şey yok. Kadının söylediklerinin yalan olduğu ortaya çıktı, ama Başbakan hâlâ aynı yalanı meydanlarda haykırıp duruyor.
“Camide içki içtiler, elimizde görüntüleri var” dedi. Böyle bir görüntüyü hâlâ gösterebilmiş değil, bunun doğru olmadığını söyleyen imamın başına gelmeyen de kalmadı. Ama hâlâ aynı yalanda ısrar ediyor.
Uludere’de bir istihbarat hatası sonucunda insanlar bombalandı, öldürüldü. “Yaşananların aydınlanması için tüm imkânlarımızı kullanıyoruz” dedi, olayın üzeri örtüldü, hiçbir şey aydınlatılmış değil.
KPSS sorularını çalan çetenin yakalanması için en güvendiği adam olan MİT Müsteşarı’na talimat verdiğini söyledi, ortada hâlâ hiçbir şey yok.
Urla’daki “fışkıyeli” villalar için “30 yıldır var” dedi, daha geçen yıl bile villaların orada olmadığı ortaya çıktı.
Şimdi de diyor ki “o telefon konuşması montaj”.
İyi de nasıl inanalım, bunca yalandan sonra?
Sonunda Başbakan’a da lazım oldu
CUMHURİYET tarihi boyunca hiç karşılaşmadığımız ölçüde bir rezillik ile karşı karşıyayız.
Binlerce insanın telefonu dinlenmiş. Bununla ilgili hiçbir kanun, yönetmelik dinlenmemiş.
Ve bunu yaptığı iddia edilen kişiler kanunları uygulamakla sorumlu insanlar. Hâkimler ve savcılar. Biz sıradan vatandaşların haklarını koruyacağına, adil davranacaklarına inandığımız insanlar bunlar.
Diğer yandan akıllara durgunluk verecek bir dizi telefon konuşması yayınlandı.
Başbakan ve çocukları arasında geçen, dinleyeni bile utandıran konuşmalar.
Binlerce kişiyi uyduruk bir terör örgütü üyesi diye dinlettikleri iddia edilen savcılar diyor ki, “Biz böyle bir şey yapmadık, hemen soruşturulsun”.
Çocuklarıyla yüz kızartıcı konuşmalar yaptığı iddia edilen Başbakan da “Böyle bir konuşma olmadı, bunlar montaj” diyor.
Beyanın esas olduğunu, aksi kanıtlanmadığı sürece herkesin suçsuz olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Bu durumda savcıların işi daha kolay!
Bir soruşturma açılır, eğer bir suç varsa kanıtlanır, suç varsa savcılara cezalar verilir, suç kanıtlanamaz ise kimse savcılara söyleyecek bir söz bulamaz. Nitekim HSYK soruşturmayı başlattı.
Ama Başbakan’ın işi o kadar kolay değil.
Çünkü o soruşturulamayacak.
Yargıyı kendisine bağlamak üzere bir kanun çıkardı, savcıları, yargıçları kımıldayamaz hale getirdi.
Artık hakkında doğru dürüst, herkesin inanabileceği bir soruşturma yapılabilmesine olanak yok.
Ve bu nedenle o konuşmaların montaj olduğuna, kendine sorgusuz sualsiz itaat edenler dışında artık kimseyi ikna edemeyecek.
“Bağımsız yargı herkese lazım” derken işte bunu kastediyorduk.
Bunun bir insan için ne kadar değerli olduğunu şimdi anlayabilmiş midir, emin değilim.
Ama hâlâ vakit geç değil. Yargının üzerinden elini çeksin, bu konuşma da doğru dürüst soruşturulsun, hepimiz gerçeğin ne olduğunu öğrenebilelim.
Özrü kim dileyecek?
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, binlerce kişinin telefonunun uyduruk bir suçlamayla dinlendiğinin ortaya çıkması üzerine yapılan “Hükümet neredeydi” eleştirilerini şöyle yanıtladı:
“Hükümet buradaydı. Ama bu dinlemeyi talep eden savcı ve dinleme kararı veren hâkime bizim herhangi bir etki yapmamız ve haberdar olmamız mümkün değil.”
Kusura bakmasın, bu açıklamayla belki çocukları kandırabilir ama yetişkinleri değil.
Bir memlekette olan biten her şeyin nihai sorumlusu hükümetlerdir.
Onları ülkeyi adam gibi yönetsinler diye seçiyoruz, “saflık” yapıp “cemaatlere” istediklerini versinler diye değil.
Bunun sorumlusu hükümettir. Bunun gerçekleşmiş olabilmesinin nedeni hükümetin bu konuda yapılan eleştirileri kulağının bir kenarına atması, duymazdan gelmesi ve işine geldiği zaman da onların üzerine yatmasıdır.
“Korkacak bir şeyiniz yoksa telefonunuzun dinlenmesinden neden çekiniyorsunuz” diyen bu hükümetin bakanıydı.
Birbiriyle alakasız insanlar aynı örgüt üyesi diye torba davalarla toplanır, konuyla ilgisiz telefon konuşmaları dava dosyalarına konulur, gazetelerde yayınlanırken “Ben bu davanın savcısıyım” diyen de Başbakan’dan başkası değildi.
Başta Başbakan olmak üzere hükümet o tarihlerde bu işi ciddiye alıp, üzerine gitme isteği gösterseydi, hangi “bağımsız” savcı ya da yargıç böyle bir şeye cesaret edebilirdi?
Yolsuzluk operasyonunun ardından oraya buraya sürülen savcılar, kendi başsavcılarını bile kanunlara uymadan dinledikleri vakit, o savcıların arkasındaki güç hükümetten başkası da değildi.
Bugün sürgünlerden sürgün beğenen savcılar, aynı işleri o tarihlerde yaptıklarında sırtlarının sıvandığını görmeselerdi, böyle bir işe cesaret edecek savcı çıkabilir miydi?
Bülent Arınç, telefonu dinlenen kişilerden özür dilenmesi gerektiğini söylüyor.
Evet, özür dilenmeli. Ama bunu yapacak makam, bu hükümetin Başbakan’ından başkası değildir.
Önce çıkıp mertçe herkesten, bütün vatandaşlardan işini doğru dürüst yapmadığı için özür dilemeli ki Arınç’ın sözlerini ciddiye alabilelim.
Paylaş