Paylaş
Üzerine Sünni sos gezdirilmiş, “muhaberatın” devletin dışişleri, içişleri gibi geleneksel siyasi kurumlarının önüne geçtiği bir rejim.
Tabii Arap örneklerinden farklı olmalıydı, bu ülkedeki şunca yıllık demokrasi geleneğini de bir çırpıda silip atmak mümkün değildi çünkü.
TBMM’ye sunulan ve MİT Kanunu’nda önemli değişiklikler yapan kanun, bu Baas-Muhaberat rejimi yolunda, çok önemli bir virajın da yakında dönüleceğini gösteriyor.
Hükümet, HSYK Kanunu ile yargıyı artık kendine bağlamıştı, son eksiklikleri de yeni MİT Kanunu aracılığıyla tamamlayacak.
Anayasal düzene TBMM çoğunluğunu kullanarak bir sivil darbe yapan hükümet, bu kanun değişikliği ile birlikte son hedef için ihtiyaç duyacağı “operasyonel” gücü de yaratmış oluyor.
Bu virajdan sonrasında “yol artık yokuş aşağı” olacaktır.
Yani daha açık söyleyecek olursak “demokrasi tramvayının son durağına” az bir yolumuz kaldı.
O son durağa gelene kadar MİT’i yapacağı yasadışı işlerden korumak için bu kanun değişikliği düşünülmüş belli ki. Artık yasadışına çıkan MİT görevlilerinin yargılanabilmesi mümkün olmayacak. Eğer MİT soruşturma açmak isteyen savcıya “O iş bizim görevimizdi” derse, savcı kuyruğuna bakarak adliyedeki odasına dönecek.
MİT isterse “Önleyici casusluk faaliyetidir” diyerek, yargı kararı olmadan telefonları da dinleyebilecek, haberleşmeyi de kontrol edebilecek.
MİT’in marifetleri ile ilgili belgeleri ve bilgileri yayınlayanlara da ağır cezalar getiriliyor.
Buna göre MİT ile ilgili yayınları yapanlara 3 yıldan 12 aya kadar hapis cezası var.
Hem de sadece haberi yazana ve yayınlayana değil, o yayın organının sahibine de, o yayını basan matbaacıya da, o yayını dağıtan yayıncıya da 3 yıldan 12 aya kadar ceza geliyor!
Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şeyi akıl etmişler, bravo! Bu kadarı Putin’in bile aklına gelmemişti. Benzerlerine sadece Esad’ın Suriye’sinde, Saddam’ın Irak’ında, Stalin’in SSCB’sinde, Çavuşesku’nun Romanya’sında rastlanmıştı.
Bütün bunların AB’ye girmek isteyen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı gücünü kabul eden bir ülkede yapılabilmesi mümkün mü?
Mümkün değil. Demek ki bu beylerin ağzındaki “AB hedefi” de, “Kabataş’ta cinsel tacize uğrayan kadın” gibi gerektiğinde kullanılmak üzere bir kenara konulmuş büyük bir yalandan ibaret.
Cinleri de kullandılar
HAVUZ gazetesi geçen gün, Gezi olaylarını bu hale getiren asıl gücün, polisteki paralel yapılanma olduğunu manşetine taşıdı.
Biber gazı fişeklerini insanların kafasına doğru sıktıran, TOMA’ların içine kimyasal madde koyan, polis memurlarını kötü şartlar altında tutup, göstericilere nefretle saldırmalarına yol açanlar, Fethullah Gülenci polis şefleri imiş, öyle yazıyordu.
Gerçi Başbakan o zaman bunu “Destan yazdılar” diye yorumluyordu ama belli ki o sırada bir üfürükçü onun da gözünü ve aklını bağlamış!
Bu durumda Kabataş olayına da böyle bakabiliriz.
Paralel yapının polisleri, hükümeti zor duruma sokmak için göstericileri öldürmeye çalıştığına göre, acaba paralel yapının imamlarından biri de cinleri bu amaçla örgütlemiş olmasın?
Cinleri ayarlıyor, türbanlı kadına saldırtıyor, sonra püff! Cinler bir anda ortadan yok oluyorlar, o nedenle kameralara da yakalanmamışlar, görgü tanığı da yok!
Böylece hükümeti bir kez daha zor duruma sokuyorlar.
Bu senaryo, havuz gazetesi yayın müdürünün aklına nasıl olup da gelmedi?
Hey Akşam’cılar, Star’cılar, Yeni Şafak’çılar, uyumayın!
Her şeyi “Alo Fatih” hattından beklemeyin, birazcık kafanızı kullanın.
Utanma hissi ver!
BU dizeleri, bu köşede yayınlamamı bir okuyucum istedi. Memleketin iktidar kodamanları beni dinlemiyor, belki Mehmet Akif’ten utanırlar diyerek, yayınlıyorum: “Göster, Allah’ım, bu millet kurtulur, tek mu’cize: / Bir ‘utanmak hissi’ ver gaib hazinenden bize!”
Yalan rüzgârı
YALAN, siyasal İslamcı faaliyet geleneğinin en önemli silahlarından biridir. Çünkü kendilerine inanmaya hazır büyük kitleler vardır. O kitleler neden inanmaya hazırdır, orası belli: “Müslüman yalan söylemez” diye inandıkları için!
O nedenle bunlar bir yandan ağızlarından din-iman konularını düşürmezler, nutuklarının orasına burasına, tıpkı bizim Başbakan’ın yaptığı gibi dini aforizmalar serpiştirirler. Diğer yandan da yalanları, o mütedeyyin insanları kandırmak için sistemli bir şekilde yayarlar.
“Kabataş’ta, üstleri çıplak, başlarına siyah bantlar bağlamış, ellerinde siyah eldivenler olan ve sayıları 70-100’ü bulan Gezici erkekler, bir türbanlı kardeşimize saldırdı, taciz etti, üzerine işedi” şeklindeki cinsel fanteziyi, tepe tepe kullanmaya çalışmalarının nedeni de budur!
Yalan söylüyorlardı, yalan söyledikleri ortaya çıktı ve ama hâlâ aynı yalanı ısrarla tekrarlıyorlar.
Bir yalanı ne kadar çok tekrarlarsan doğru olduğuna inanacak insan sayısının artacağını bildiklerinden tabii!
Kadının görüntüleri ortaya çıktı. Kocası ve pusetteki bebeğiyle oradan öylece geçip gidiyor.
Kocası da hiç konuşmuyor. Neden acaba? Bu sapıklar sürüsü karısını taciz ederken, korkup tüydüğü için mi, yoksa yalana iştirak etmemek için mi?
Israrla ellerinde görüntü bulunduğunu ama “Türkiye’yi ayağa kaldırmamak için sorumlu davranarak yayınlamadıklarını” söylüyorlar.
Bu da yalanın kuyruklusu dediklerinden olsa gerek.
Kardeşim, size kim diyor ki bunları yayınlayın diye?
Açın kulağınızı, bir daha söyleyeceğim: Madem o görüntüler var, verin polise ve savcıya, isim isim tespit etsin hepsini, çıkarsın mahkemeye, bastırsın cezayı!
Farkında mısınız, bilemiyorum ama polis bu işi yaptı zaten. O civardaki tüm kamera kayıtlarından ve o saatteki cep telefonu sinyallerinden tespit ettikleri insanlara sordular: Böyle bir olaya tanık oldunuz mu diye, gören yok! Bu kılıktaki 70-100 kişinin görünmeden ortadan yok olması mümkün mü?
Yoksa bunlar cin miydi? Gezi protestocularının itibarını düşürmek için, nefesi kuvvetli hocalar tarafından o bölgeye gönderilmiş, işlerini gördükten sonra da uçup gitmiş cinler miydi?
İşte bak, şimdi benim de kafam karıştı!
Neden karıştığını merak ettiyseniz buyurun “Cinleri de kullandılar” başlıklı yazıya!
Paylaş