Paylaş
Eskiden, yani kendine güveni tamken arada bir tebessüm ettiği, espri yaptığı da oluyordu.
Ama uzunca bir süredir, deyim yerindeyse Başbakan’ın kimyası bozuldu.
Bunun sebebi de belli: Cilası döküldü!
Topluma derin bir korku salmıştı. Bugün yakındığı “paralel yapıyla” el ele verip, bütün muhalifleri torba davalar ile sindirmişti.
Gezi protestoları ile bu korku duvarı yıkıldı. Ne polisin hedef gözeterek attığı gaz fişekleri, ne de tomaların içine kimyasallar koyarak insanları yakmaya kalkışmaları işe yarıyor.
Dün baktım, havuz gazetesi, Gezi protestoları sırasındaki aşırı polis şiddetinden “paralel yapıyı” sorumlu tutuyor.
Meğerse paralelci polisler hükümeti zor duruma sokmak için kasten öyle şiddet uygulamışlar. Hatta kırmızılı kadına gaz sıkan polis, özellikle maske de takmış ki paralelci olduğu anlaşılmasın!
E peki o zaman Başbakan bunun farkında değil miydi? Polise “Destan yazdınız” diyerek yüklü ikramiyeler dağıtmamış mıydı?
Cilayı döken şeylerden biri de bu oldu.
11 senedir iktidarda ve yeni fark ediyor ki Emniyet’in bütün kalelerine girilmiş, yargının bütün tersaneleri ele geçirilmiş!
Peki hani sen “usta” idin, kül yutmazdın, her şeyin en iyisini bilirdin?
Devlet içinde devlet kurulurken bunu bu kadar ustalıkla nasıl olup da fark edemedin?
11 senedir yaratmaya çalıştığı “her şeye hâkim adam” imajı böyle yerle bir oldu.
Sonra ortalığa rüşvet ve yolsuzluk rezillikleri saçıldı.
Bakanlar rüşvet yemiş, bu işte çocuklarını bile kullanmaktan çekinmemişler.
Villalar yapılmış, hangi parayla yapıldığı belli değil.
“30 yıllıktır” dediği villaların geçen yıl bile olmadığı ortaya çıkıyor.
İmar planlarına müdahale ediyor, haksız kazançlar yaratıyor, gazete-televizyon almak için ballı ihaleler verdiği müteahhitlere salma salıyor.
Dökülmekte olan cilaya son darbe de bu oldu!
Yarattığı imaj yerle bir olduğu için de sinirli, öfkeli, gazetelere telefon edip, “Rakibim değil” dediği belediye başkanı adayının haberlerinin çıkmasını bile önlemeye çalışacak kadar siyasi kuşkular içinde.
Dökülen cilayı örtme çabası, otoriter yönetim heveslerini kamçılıyor.
İnternet ve HSYK yasaları daha işin başı, seçimden sonra görün siz olacakları.
‘İyi saatte olsunlardan’ kuşkulanmıştım
ESKİ İçişleri Bakanı Muammer Güler, konuşmaya devam ediyor!
En son olarak dün Anadolu Ajansı’na demeç vermiş ve “Geçtiğimiz günlerde, oğlumla yaptığım 17 Aralık tarihli görüşme yansıtıldı. 17 Aralık günü, ne ben oğlumu aradım ne de oğlum beni aradı” diyor.
Ama ortada ses kayıtları da var tabii. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu konuşmaların tape’lerini açıklamıştı, hatırlayacaksınız.
Bakan oğluna “evde ne olduğunu” soruyor. Oğlan “Bir şey yok baba” deyince de, soruyu netleştiriyor: “Kaç para?” Sonra akıl veriyor, “Danışmanım ben de”!
Şimdi tabii tuhaf ve “hayatın olağan akışına hiç uymayan bir durum” ortaya çıkıyor!
Ne bakan oğlunu aramış, ne de oğlan bakanı aramış, ama telefonda konuşabilmişler!
Ben tabii ilk önce cinlerden kuşkulandım, acaba bu konuşma cinler aracılığıyla mı yapıldı diye!
Tabii bir diğer olasılık da cinlerin, paralel yapı tarafına geçmiş olmaları olabilirdi.
Böylece cinler, olmamış bir konuşmayı, bakan ve oğlunun sesini taklit ederek yapabilir, bunu kaydederler ve sonra al başına belayı!
Haberin devamını okuyunca rahatladım, çünkü -iyi saatte olsunlar- cinler bu işlere karışmamışlar.
Bakan kendisi aramadan ve oğlu da kendisini aramadan telefon konuşmasının nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatıyor:
“Aynı gün İçişleri Bakanlığı adına kayıtlı özel kalem ve danışmanlık tarafından kullanılan telefondan, arama yapılan evde hazır bulunan oğlumun müdafisi aranmıştır. Yetkililerin izniyle ve bu telefonlardan oğlumla görüştüm.”
Bu da tabii sevindirici bir gelişme! Büyük Usta Başbakanımız sayesinde teknolojide ne kadar büyük bir devrim yapıldığını paralel yapı da görsün, kıskançlığından çatlasın!
Öyle bir telefon ki kendiliğinden harekete geçiyor, sahibinin kiminle konuşacağını tahmin ediyor ve hop “Buyurun hat sizin, konuşabilirsiniz”!
Ama bu da hayatın normal akışına hiç uymuyor tabii!
Özel kalem ve danışman, durduk yerde bakanın oğlunun evini niye arasın ki, bakan böyle bir emir vermeden?
Demecin en can alıcı kısmı ise Güler’in şu sözleri: “Yargıya güvenim tam.”
Savcılar, polisler, yargıçlar değiştirildi. Önümüzde bir de Deniz Feneri örneği var.
Bakan bütün bunlardan sonra yargıya güvenmesin de kime güvensin?
Cumhurbaşkanı seçimini yapmış!
DÜN bu köşede “Cumhurbaşkanı darbeye direnecek mi” diye sormuştum, yanıtımı dün aldım: Hayır, direnmeyecek!
Kendine göre gerekçeler de söylüyor: İnternet yasası böyle olsaymış, Deniz Baykal’ın, MHP yöneticilerinin başına gelenler gelmezmiş filan!
Oradaki gazeteci arkadaşlar neden şunu sormadılar acaba kendisine: “İyi söylüyorsunuz da internetin çok daha özgür olduğu ülkelerde özel hayatın gizliliği böyle mi korunuyor?”
Yargı organlarını tümüyle yürütmenin emrine sokacak, HSYK’yı Adalet Bakanlığı’nın bir daire başkanlığına dönüştürecek kanun için de gerekçesi hazır:
Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi değilmiş, muhalefet isterse Anayasa Mahkemesi’ne gidermiş!
Anayasa Mahkemesi kararını verene kadar yargıyı ele geçirenin Üsküdar’ı da aşacağından haberi yok mu?
Belli ki, “büyük Türk milleti ve tarih önünde, anayasal düzeni ve hukukun üstünlüğünü korumak” için ettiği yeminini hatırlatmanın da faydası yok.
Anayasa’dan kaynaklanan görevini yerine getirmekten çok, siyasi ikbal hesapları içinde olduğu anlaşılıyor.
Bunun için de Recep Tayyip Erdoğan ve partisiyle bir çatışma içinde olmak, Başbakan’ın sınırsız öfkesinden bir pay almak istemiyor.
Abdullah Gül’den, Recep Tayyip Erdoğan’a bir alternatif çıkabileceğini düşünenlerin gözü artık açılır mı dersiniz?
Paylaş