Paylaş
Bir gazeteci, Başbakan Erdoğan’a sorular soruyor.
*
Herkes ama herkes dehşet içinde...
*
Tepkiler çığ gibi:
-Aha! Soru soruluyor.
-Soruyor, gerçekten de soruyor.
-Şakır şakır soruyor.
-Bu ne cesaret!
-Ama soruyor.
-Aşkolsun vallaha! Soruyor abi soruyor.
-Vay vay vay!
-Şaka mı bu? Gazeteci soru soruyor.
-Yıllar sonra ilk kez soru soruluyor.
-Aman Allah’ım! İşte o soru da soruldu.
-Hayır, olamaz... Soruyor.
-Eyvah! Hâlâ soruyor.
-Bugünü not alın, sorulabiliyor.
*
Herkes şaşkın...
Herkes dehşet içinde...
Herkes panikte...
*
İyi ama neden?
-Sorularda dile getirilen konular, ilk kez bu basın toplantısında mı dile getirildi? Hayır.
-Sorularda dile getirilen konuları, soruyu soran gazeteci mi ortaya çıkardı? Hayır.
-Sorular sorulurken “hükümler” mi verildi? Hayır.
-Sorular sorulurken terbiyesizlik falan mı yapıldı? Hayır.
-Sorular sorulurken gazetecilik kurallarının dışına mı çıkıldı? Hayır.
-Sorular sorulurken bir ihlal mi söz konusu oldu? Hayır.
*
İyi de o zaman...
-Neden hepimiz dehşete düştük?
-Neden hepimiz “eyvah” dedik.
-Neden hepimiz gazeteciye “kahraman” muamelesi çektik?
-Neden hepimiz şaşırdık?
-Neden hepimiz panikledik?
-Neden hepimiz ürperdik?
*
Cevap veriyorum:
*
“Demokratik ülkeler” ile “demokratik olmayan ülkeler” arasında sayısız farklar vardır.
O farklardan biri de şudur:
Demokratik ülkelerde bir gazetecinin kamu adına her türlü soruyu yetkililere sorabilmesi “alelade bir iş”ken, demokratik olmayan ülkelerde bu alelade işi yapmak, herkesi ama herkesi dehşete düşürür.
Paniklememizin, ürpermemizin, olağandışı tepkiler vermemizin, “eyvah” dememizin temel nedeni budur.
Aydın Doğan şöyle, Turgay Ciner böyle
BİR gazete var.
Adına “Havuz gazetesi” denilen...
*
Sahibi Ahmet Çalık idi...
Adamcağız kaçıp kurtardı kendini.
*
Ahmet Çalık gidince gazetenin yeni sahibini belirleme işini hükümetimiz üstlenmiş durumda:
Devletten ihale alan müteahhitlerden para toplamalar, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyen işadamlarımızın milyon dolarları havada uçurmaları falan.
*
Fakat bu girişim tamamlanamamış olacak ki...
Gazete tam bir belirsizlik içinde:
Finansmanı nasıl sağlanıyor, maaşları kim ödüyor, giderleri nasıl karşılanıyor?
Hepsi belirsiz.
*
Ama gazetenin istihdam ettiği bir tetikçi şebelek, sahibi belirsiz bu gazeteden habire sallayıp duruyor:
“Aydın Doğan şöyle” diye sallıyor.
“Turgay Ciner böyle” diye sallıyor.
*
Havuzu yazamıyor, salmayı yazamıyor, kazı yazamıyor, tavuğu yazamıyor, Binali Bey’in koordinatörlüğünü yazamıyor, “milletin ............a koyacağız”ı yazamıyor, tape’leri yazamıyor, yüz milyon dolarları yazamıyor.
Habire Aydın Doğan’ı yazıyor, habire Turgay Ciner’i yazıyor.
*
Diyelim ki tutarlılık falan gözetmiyorsun, diyelim ki “Kendi halimize bakmıyoruz, bari başkalarına çemkirmeyelim” demiyorsun, diyelim ki utanmıyorsun, diyelim ki sıkılmıyorsun...
Bari arsızlık yapma, bari işi pişkinliğe vurma a şebelek!
Acayiplikler ülkesi
BAŞBAKAN’a birkaç hakiki sorunun sorulması herkesi dehşete düşürdü.
Bir acayiplik budur.
*
Ama bir acayiplik daha var.
Onu da atlamamalıyız.
*
“Hükümet” ile “Cemaat” kavga etmeseydi.
Zaman gazetesinin muhabiri o
soruyu sormayacaktı.
Asla sormayacaktı, kat’a sormayacaktı.
*
Burası bir acayiplikler ülkesidir:
Yargısıyla, medyasıyla, hükümetiyle, başbakanıyla, cemaatiyle, hükümetçi gazetecileriyle, cemaatçi gazetecileriyle falan...
Kemal Bey! Kime özeniyorsunuz?
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında “çatlak ses” çıkaran bir adam karşısında sinirlenip yumruğunu masaya vurdu.
Ardından da “Alın bunu dışarı” diye ferman buyurdu.
*
Demokrasi, “çatlak ses”e gösterilen tahammülün rejimidir.
Sen muhalefetteyken bile böylesine tahammülsüz olursan...
Kim bilir iktidara geldiğinde ne yaparsın?
*
Çatlak seslere tahammül göstermeyeceksen, “Atın bunu dışarı” diye ferman buyuracaksan, öfkeden masaları yumruklayacaksan...
Biz seni niye seçelim ki?
*
Şunu unutmayın Kemal Bey:
Hiç kimse aslı varken taklidine yönelmez.
Ve taklitler, daima asıllarını yükseltirler.
Paylaş