Paylaş
“Devletin kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu?”
Bu sözleriyle birilerini kandırabilir tabii ama kusura bakmasın, “yemezler”!
Bunun tarifi böyle değil ve yolsuzluktan söz ederken kimse maskeli tiplerin, devletin kasasının (artık her neredeyse) kilidinin kırılıp, içindekilerin “kalk gidelim” yapıldığını düşünmüyor.
Yolsuzluk, devlet gücünün, kamu kaynaklarını dağıtma olanağının kullanılarak kişisel ya da kurumsal menfaatler sağlanmasıdır.
Mesela, diyelim ki bir müteahhide ballı bir ihale verdiniz, hep yaptığınız gibi.
Yolsuzluk buradan başlar: O ihale gerçekten şeffaf ve herkes için eşit bir ihale olsaydı, o şekilde mi sonuçlanırdı? Önce buna bakılır.
İhaleye giren “istenmeyen” kişiler şu ya da bu yolla ihaleye girmekten vazgeçirildi mi? Bu da önemlidir.
İhale yapıldıktan sonra şartlar değişti mi? Yani bir kamu arazisini, “içine bu kadar metrekare inşaat yapılabilir” diye sattınız. Herkes buna göre fiyat verdi, ama içlerinden biri daha sonra bu inşaat alanını büyütebileceğini biliyor ve daha yüksek fiyat vererek ihaleyi alıyor. Nitekim örneği çok, işte bu da yolsuzluktur.
Hep yaptığınız gibi “Şu ihaleye bunlar girsin, şu alsın, ihaleye girenlere de farkın şu kadarını dağıtsın” derseniz, bu da yolsuzluktur.
Türkiye’nin AB’ye uyum için çıkarttığı Kamu İhale Kanunu’nu neden yüz küsur kere değiştirdiğiniz de bir soru işaretidir.
Madem niyet yolsuzluk değil, ihale kanunu neden bu kadar çok değişti?
Bir bakanınızı görevlendirip, devletten ihale alanlara salma salarsanız ve o parayla onların asla yönetemeyecekleri, hatta sizin bizzat yöneteceğiniz bir malı satın aldırtırsanız, bu da yolsuzluktur.
O işin içindekilerden birinin “Paraları verdik ama milleti bilmem ne yapacağız” demesinin gerekçesini düşünün. İşadamları, şirketler hayır kurumu değildir, onların bildiği tek şey kaz gelecek yerden tavuk esirgenmemesi gerektiğidir.
O tavuğu mideye nasıl indirdiğinizin önemi yoktur. İster kızartın, ister haşlayın. İster çocuklarınızın yönettiği bir vakfa bağış yapsınlar, ister havuz kurup size gazete–TV alsınlar.
Gazetelerden okuduğum kadarıyla bu söylediğiniz söz için Hayrettin Karaman hocadan fetva da çıkmış.
Çıksın. Bu fetva ile yaptığınız, yapacağınız şeyler, kafasına göre bir imam bulup ramazan ayını rahat geçiren Temel fıkrasındaki adamın yaptığından farklı değildir.
Bu dünyada iş görür, milleti de kandırabilir ama unutmayın, yukarıda Allah var!
Unutmayalım, unutturmayalım!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık’ta öğrendiklerimizi unutmamız için elinden geleni ardına koymuyor.
Laf kalabalığına getirmeye çalışıyor, savcıları görevden alarak ortaya çıkan gerçeklerin soruşturulmasını, işin ucunun gelip kendisine dayanmasını engellemek istiyor.
Bu durumda tekrar hatırlayalım, 17 Aralık’ta neler öğrendiğimizi:
Halkbank Genel Müdürü’nün evinde, kaynağı belli olmayan, ayakkabı kutuları içine saklanmış, 4.5 milyon dolar çıktı.
İçişleri Bakanı’nın oğlunun evinde yedi büyük boy çelik kasa, para sayma makinesi ve 1 milyon 200 bin lira bulundu.
Eski İçişleri Bakanı’nın bir işadamına koruma tahsis etmek, onu sıkıştıran emniyet müdürünü sürgüne göndermek, adamın bazı yakınlarını Türk vatandaşlığına almak için 10 milyon dolar rüşvet aldığı ortaya çıktı.
Eski bakanlardan birine bavullar içinde ya da elbise torbalarındaki elbiselerin ceplerine doldurulmuş paralar ile rüşvet verdiği ortaya çıktı.
Eski sanayi bakanının bir işadamından defalarca rüşvet aldığı, adının rüşvet listesinde kayıtlı olduğu, 700 bin liralık saat aldığı, adamın özel uçağı ile ailecek umre gezilerine çıktığı öğrenildi.
Başbakan’ın talimatlarını yerine getiren Şehircilik Bakanı’nın icraatlarıyla bazı müteahhitlere yüz milyonlarca dolarlık rant sağlandığı ortaya çıktı.
Başbakan’ın emriyle müteahhitlere salma salındığı, adamlardan 100’er milyon doları bir havuza koymaları istendiği, bu parayla Sabah ve ATV’nin alındığı, müteahhitlere büyük ihaleler veren bakanın bu işte koordinasyonu sağladığı ortaya çıktı.
Urla’da sit alanına villalar yapıldığı, iki tanesinin Başbakan’a hediye edildiği, bu kaçak villaları yıkmak isteyen valinin görevden alındığı anlaşıldı.
Özgürlükler cenneti Türkiye!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, olağan “salı azarlaması” konuşmasında şöyle bir söz söyledi: “Bugün Türkiye, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin hemen hemen tamamına yakınından çok daha özgürdür.”
Demek ki onun durduğu yerden bakılınca öyle görünüyor diye düşündüm ve oturdum, bugün Türkiye’nin AB ülkelerinin hepsinden daha özgür olduğu alanları çalakalem sıraladım. Buyurun ilk aklıma gelenlerden oluşan liste burada:
Başbakanların kamu ihalelerini istediği kişilere verebilmesi açısından daha özgür!
Hükümetlerin hâkimlerin ve savcıların görev yerlerini kolayca değiştirebilmeleri açısından daha özgür!
Başbakanların televizyon yayınlarını istedikleri gibi yönetebilmeleri açısından daha özgür!
Banka genel müdürlerinin evlerindeki ayakkabı kutularına dolarları rahatça doldurabilmeleri açısından daha özgür.
Bakanların 700 bin liralık hediye saatleri kabul edebilmeleri açısından daha özgür.
Başbakanların çocuklarının vakıflarına sınırsız yardım bulabilmeleri açısından daha özgür.
Başbakanların, başkalarının paralarıyla gazete ve televizyon satın alabilmeleri olanağı açısından çok uzak ara özgür.
Paylaş