Paylaş
Hastalığa yakalananlar artıyor, sorun yaş, cins dinlemeden; çoluk-çocuk, yetişkin-yaşlı, kadın-erkek herkesi tehdit ediyor. Kanserler nasıl yaşadığımızla yakından ilişkili hastalıklar. Bu nedenle de toplumu bilgilendirmeye önce bu noktadan başlamalıyız.
KANSERLERİN beslenme tarzımızla ilişkisi var. “Neyi, nasıl, ne miktarda, nelerle birlikte, nasıl pişirerek yiyip içtiğimiz, hangi besinleri tercih ettiğimiz?” gibi soruların yanıtları önemli. Çünkü kanser patlamasının temel nedenlerinden biri beslenme tarzımızın değişmesi. Beslenme endüstriyel bir yapıya dönüştükçe yiyecek içecekler doğal yapılarından çıkarıldıkça kanser sorunu patlamalarla büyümeye devam edecek gibi görünüyor. Sorunun yaşam tarzımıza ilişkin diğer seçimlerle de bağlantısı var. Kilo durumumuz, ruhsal organizasyonumuz, aktivite düzeyimiz, hatta uyku kalitemiz kanserle bağlantılı olabiliyor. Son yıllarda kanserin erken teşhis ve tedavisinde önemli mesafeler alındı ama bu başarılar kanser sorununu da endüstrileşen ve ticarileşen bir alan haline getirdi. Böyle olduğu için de modern tıbbın pek çok alanında olduğu gibi kanser konusunda da “teşhis ve tedavi” ön plana çıktı, sürecin bir bölümü ihmal edildi. İhmal edilen temel noktalardan biri “önlenebilirlik” kavramı. Çok iyi biliyoruz ki birçok kanser beslenme hatalarından, kimyasallardan, yaşam tarzı yanlışlarından uzak kalınabildiği takdirde önlenebiliyor. Bu nedenle de halkın “kanserleri önleme” konusu hakkında yoğun, doğru ve sürekli bir bilgilendirmeye alınması gerekiyor. Sakin, teşvik edici, motivasyonu yüksek süreçler planlanmalı, halk “şunu yeme, bunu içme kanser yapar” gibi korkulara sokulmamalı.
PSİKOLOJİ ÖNEMLİ
Kanserin psikolojik boyutu da önemlidir. Biraz empati geliştirildiğinde bu “tedavisi ve yönetilmesi zor” hastalığın hastaların ruhunu nasıl tahrip ettiği kolayca anlaşılır. Ben biz hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ve toplumun kansere yakalanan biriyle karşılaştığında nasıl davranacağı, onlara nasıl yardımcı olabileceği konusunda dikkatsiz, özensiz, bilgisiz kaldığını ve davrandığını düşünüyorum. Hekimler ve hastaneler hastalığın sadece “teşhis ve tedavi” kısmıyla ilgilendiklerinden hastalara bilgi, ilgi ve sevgi aktarımında yetersiz ya da kıskanç davranabiliyor ve bu tür yanlışlar bazen onların yaralarına tuz basacak bir düzeye çıkabiliyor.
BESLENMEYE DİKKAT
Kansere yakalanmış birinin nasıl besleneceği bugün için cevaplanması gereken en önemli sorulardan biri. Hastaneler daha doğrusu hastaların tedavisini üstlenen sistemler neden bu konuda hastalara yardımcı olabilecek bir sistem geliştirmezler ve hastalarına neden bu yönde yardımcı olmazlar aklım almıyor. Kanserli birinin sadece bedensel değil, ruhsal beslenmesi de önemli. Psikolojik destek her kanser için olmasa da pek çoğunda çok ciddi faydalar sağlıyor. Ama bu konuda da hastanelerin ve tedavi organizasyonlarının yeteri kadar duyarlı olduğunu söylemek mümkün değil.
İnsülin direnci kanser nedeni mi?
ÖNCELİKLE şu noktanın altını çizelim: Fazla şeker tüketmek kansere davetiye çıkaran beslenme yanlışlarımızdan biridir. Peki, bu yanlışın etkisi sadece “kanser hücrelerini beslemek” şeklinde midir, yoksa aşırı şeker tüketiminin yol açtığı insülin direncinin de bu konuda rolü olabilir mi? Tıbbi onkoloji uzmanı Prof. Dr. Can Feza Sezgin’e göre “kanser savaşında insülin kilit hormonlardan biri olarak görünüyor. İnsülin şeker ve aminoasitlerin hücreye girmesini uyaran ve neticede “hücrenin büyümesini” teşvik eden bir hormon. İnsülinin bu etkisi ile IGF-1 isimli madde arasında yakın bir bağlantı var”. Gerçekten de araştırmalarda insülin direnci ile ilişkili olan şişmanlıkta bazı kanserlere yönelik riskimizin artabileceği gösterilmiş. Mesela insülin direnci olan ve IGF-1’i yüksek olan kadınlarda meme kanserine yakalanma ihtimali beklenenden biraz daha yüksek ve insülinin meme kanserinin gelişmesinde önemli bir rol oynayabileceğini düşündüren kanıtların sayısı giderek artıyor. Kısacası obezite düzeyine vardığında insülin direnci kanseri kolaylaştıran bir faktör haline gelebiliyor.
Tamamlayıcı tıptan da faydalanmamız gerek
KANSERLERİ önleme ve tedavide görmezden geldiğimiz kavramlardan biri de tamamlayıcı tıp alanıdır. Tamamlayıcı tıp yöntemlerinden bazılarının eğer iş şarlatanlığa dökülmeden, bilimsel tıbbın kontrolü altında uygulanmaları halinde kanserden korunma, kanserle ilişkili bazı problemlerin çözümünde işe yarayabileceğini düşünen uzmanlar var, ben de bunlardan biriyim. Yüzyıllardır farklı hastalıkların tedavisinde kullanılan geleneksel tedavi yaklaşımlarının etkinliği konusunda modern tıbbın biraz daha duyarlı ve araştırmacı olması gerekiyor. Hatta farklı bir yaklaşım olarak modern tıpla geleneksel/tamamlayıcı tıbbın birlikte uyguladığı bütüncül/integratif bir tedavi yaklaşımının da tartışmaya açılmasının zamanı çoktan geldi, hatta geçiyor. Kansere etkili olabileceği ileri sürülen bazı bitkiler var. Kanserle mücadelede bağışıklığı destekleyebileceği belirtilen beslenme sistemleri ve besinler yıllardır tartışılıp duruyor. Kanserde yüksek doz C vitamini kullanımı, oruç, hatta ketojenik diyetler konusunun bilimsel araştırmalara konu edilmesi gerekiyor.
STRES kanser yapar mı?
ARAŞTIRMALARA göre stresle ilişkili duygularımızı ve bizi strese sokan durumlar da kanserle ilişkili olabiliyor. Stresin stres hormonu epinefrinin göğüs ve prostat kanserini tetikleyebileceği yıllar önce gösterildi. Stresli dönemlerde ürettiğimiz Nöropeptit Y isimli maddenin bağışıklık sistemimizi bozarak sistemin, dolayısıyla bedenin kansere karşı direnci azalttığı kanıtlandı. Kısacası endişe, korku, moral bozukluğu ve kaygı halinin eşlik ettiği stresli dönemler en az kimyasal kanserojenler kadar etkili olabilir. Bununla birlikte “stres-kanser ilişkisi” konusunda net bir şey söylemek mümkün değil. Stresin bağışıklık sistemini bozarak kansere yakalanma ihtimalini arttırması teorik olarak mümkün ama deneysel veriler ve istatistiksel sonuçlar net karar vermemizi güçleştiriyor.
‘PSİKO-ONKOLOJİ’
Kanser teşhisi konulanlara yeteri kadar psikolojik yardımda bulunabiliyor muyuz? Bu soru çok önemli, çünkü gittikçe artan sayıda veri gösteriyor ki “ruhsal durumumuz/ruhumuz ile kansere yakalanmamız ve kanserle mücadele edebilme gücümüz arasındaki ilişkide henüz cevaplanmamış ve tartışmalı çok sayıda soru var. Bana göre psikiyatristlerin kanser hastalarına yardım edebilecekleri oldukça geniş bir alanın bulunduğu unutuluyor. “Psiko-onkoloji” olarak tanımlanan bu yeni alanın bize hastaların kanserle mücadelesini kolaylaştırmaktan yaşam kalitelerini arttırmaya, ömür sürelerini uzatmaktan uygulanan tedavilere, kemoterapi sorunlarını hafifletmeye kadar geniş ufuklar açabileceğini hep unutuyoruz.
Paylaş