Paylaş
Sokaktan geçenler, balkonda çamaşır asan kadınlar, bakkalın çırağı, kapı önünde laflayan esnaf, trafik tıkanmışsa otomobillerinde bekleyenler, mahallenin delikanlıları, koşmaca oynayan çoluk çocuk bir anda dikkat kesilir.
Tam o sırada, biraz hızlı yürüyen ya da koşturan birisi varsa, onun bu hareketinin “zamanlaması manidar” bulunur.
Bir kovalamacadır başlar. Herkes başına üşüşür, ne olup bittiği ile ilgili hiçbir fikri olmayan insanlar bile işe karışır, herkes yakalanan “zanlıya” en azından bir tekme atmaya çalışır, adam linçten zor kurtulur.
O sırada çalmış olabileceği şey bir hevenk muz, bir karton sigara ya da hadi bilemedin bakkalın kasasındaki 200 liradan ibarettir ama linçten zor kurtulur, sıkı bir dayak yemekle kaldığına şükreder.
Hırsızlık ne kadar küçükse o kadar büyük bir tepki çeker. Ters orantılar ülkesidir, hırsızlık büyüdükçe takdirle karşılanır, en büyük hırsız, her zaman en şahane adamdır!
Cumhuriyet tarihinin en büyük hırsızlığı ile karşı karşıyayız.
Büyük bir fütursuzlukla kamu görevlerinin verdiği yetkiler kullanılmış, yüz milyonlarca doları bulan avantalar cebe indirilmiş ve mahalledeki kasabın “Hırsız var” bağırışı kadar etki uyandırmıyor sanki.
Konda’nın son araştırmasına göre halkımızın yüzde 77’si, yolsuzluk operasyonu sırasında ortaya çıkanların gerçekliğine inanıyor. Bakanların, çocuklarının rüşvet aldığını düşünüyor.
Ama bu düşünce oy tercihlerini değiştirmiyor.
Neden acaba?
Bu nasıl bir genetiktir ki, dünyanın medeni her ülkesinde ayıplanacak ve cezalandırılacak bir davranış biçimi hoş görülebiliyor?
Cumhurbaşkanı için demokratlık sınavı
İNTERNETTE görüntülü ya da yazılı yayınları, mahkeme kararı olmadan 4 saat içinde engelleme yetkisi, bir devlet memuru olan Telekomünikasyon İletişim Başkanı’na verildi.
Dünyanın her yerinde bunun adı sansürdür.
Bir devlet görevlisi, mahkeme kararı olmadan bir yayını engelleyebiliyorsa, o ülkede demokrasiden, düşünce ve ifade özgürlüğünden söz edilemez.
Böylece Türkiye, demokrasisi hiç gelişmemiş diktatörlüklerdekine benzer bir internet yasakları dönemine giriyor.
Avrupa Komisyonu Sözcüsü Peter Stano, “Söz konusu kanun buradaki endişeleri arttırıyor” diye yorumladı, bu yeni kanunu.
Stano, yasanın “Avrupa standartlarına göre revize edilmesi gerektiğini” söyledikten sonra, Türkiye’yi yöneten kadronun yüzünü kızartacak bir söz söyledi: “Türk halkı daha fazla bilgi ve şeffaflığı hak ediyor. Daha fazla kısıtlamayı değil.”
Şimdi görev Cumhurbaşkanı’na düşüyor: Bu yasayı veto etmelidir.
Eğer bugüne kadar oynadığı “demokrat, sakin güç” rolüne gerçek bir inandırıcılık katmak istiyorsa tabii.
Kişisel siyasi ikbal hesaplarını bir kenara itip, bir demokratik ülkede böyle bir şey olamayacağını söyleyerek, kanunu veto edecek mi?
Yoksa Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter tek adamlık heveslerinde kendisine de bir siyasi pozisyon düşer ümidiyle, bugüne kadar söyledikleriyle çelişecek mi?
Merakla bekleyeceğim.
Eyvah onun da ‘ustalık dönemi’ imiş!
İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş bu seçimlerde “ustalık dönemi için aday olduğunu” söyledi.
Bunu duyunca birden sırtım ürperdi!
Başbakan da aynı sözleri söyleyerek, “Ustalık dönemindeyim” diyerek oy istemiş ve almıştı, başımıza neler geldi, gördünüz!
Büyük usta, sayesinde ülkemiz bir “fetret devrine” girmiş, kendisi böyle söylüyor.
Yani hükümet otoritesi kalmamış, usta, kendisine milletin verdiği yetkiyi kullanmayı başaramamış.
Artık nasıl bir ustalık dönemiyse, o evinde uyurken, devlet içinde bir yeni devlet de kurulmuş.
Yine “Ne istedilerse verdim” diyerek bunu da kendisi itiraf etmişti hatırlarsanız.
Poliste, yargıda kendi ifadesine göre “paralel yapı” oluşmuş, bunu fark edebilmesi için aradan yılların geçmesi gerekmiş!
Eğer bakanları ve bakanlarının çocukları suçüstü yakalanmamış olsalardı, bunun farkına varabilecek miydi, orası hâlâ meçhul!
“Ustalaştım” diye bir kez daha seçimde oy istemişti, ortaya çıktı ki dış politikada da bırakın ustalığı, İranlıların yanında çırak bile olamamış görünüyor.
Önümüzde böyle bir “ustalık dönemi örneği” varken, şimdi de Kadir Topbaş’ın “Ustalık dönemim için adayım” demesi, İstanbul’un geleceği için beni ciddi düşüncelere sevk etti.
Hele ustalık açıklamasını yaptığında ortaya bir de mora boyanmış Boğaz vapuru koyması yok mu?
Sadece bu bile gelecek yıllarda ustanın elinde İstanbul’un neler çekeceğini ortaya koyuyor.
Paylaş