Paylaş
Çünkü birinci derecede merak ettiğim konu, kuvvetler ayrılığı meselesidir; HSYK ve adli kollukla ilgili nasıl bir düzenleme yapılacağıdır. Çünkü hükümetin HSYK teklifini rafa kaldırdığını sanıyorduk, tekrar harekete geçileceği anlaşılıyor, bazı yumuşatmalarla...
Yumuşatmaların ne olacağını bilmiyoruz. Fakat Sayın Başbakan’ın adli kolluk konusunda söylediği şu sözler, hükümetin yaklaşımı hakkında yeterince fikir veriyor:
“Valinin emir komutasında veya emniyet müdürünün emir komutasında...”
Bu, adli soruşturmaları, yürütmenin emri altına almak demektir, hukuk devletinde hayal bile edilemez.
BABACAN’IN SÖZLERİ
Dün TV24’te Ali Babacan’ı dinledim. Totaliter propaganda tekniklerine itibar etmeyen güvenilir bir devlet adamıdır, sözlerini daima ciddiye alırım. Hükümetteki endişeyi şöyle anlatıyordu:
“Tek bir savcı, tek bir hâkim ve 5 tane polis. Bu 7 kişilik ekiple Türkiye’de yapamayacağınız operasyon yok. Farklı yerlerden alınan talimatlarla işadamları gözaltına alınabiliyor, milyarlarca dolarlık mal varlıkları dondurulabiliyor.”
Teknik olarak tamamen böyle olmasa da bu şekildeki soruşturmalar muhakkak ki Babacan’ın söylediği gibi, “iş dünyası için ürkütücü”dür. Fakat çözüm diye, emniyette hele de adliyede yıldırım atamalar yapılması, yürütmenin adli soruşturmaları emir ve komuta altına almaktan bahsetmesi de son derece “ürkütücü”dür.
Kaldı ki, iktidarın “darbe teşebbüsü” dediği soruşturma dosyaları çok da boş görünmüyor.
Yargı üzerinden “paralel” gölgesini kaldırıyoruz diye yargı üzerinde bir yürütme baskısı kurmak çok daha “ürkütücü” olur.
YARGIYA GÜVENSİZLİK
Böyle devam edemeyeceğimiz açıktır. Yargı hem kendi kusurlarıyla, hem maruz kaldığı kampanyalarla güvenilirliğini hızla kaybetmektedir. Kadir Has Üniversitesi’nin araştırmasına göre, yargıya güven oranı 2011 yılında yüzde 33’tü... İki yıl gibi kısa bir zamanda, 2013 yılında, bu oran yüzde 22.6’ya düştü!
Çok vahim, çok ciddi bir alarm!
Hatta son zamanlarda yargıya güven daha da düşmüş olsa gerek. Kimimiz “darbe” diye, kimimiz “Yürütme el atıyor” diye daha güvensiz hale geldik.
Bu vahim tablodan birinci derecede sorumlu olan elbette yargının kendisidir. Fakat hoşa gitmeyen kararlarından ötürü herkes kendi “taraftar” kitlesini yargıya karşı şartlandırdığı için de “Güvenirim” diyenler daha da azaldı.
TEKNİK HUKUKÇULAR
Yargıya güvensizliğin bu derece düşük olması kadar bir toplumda vahim kriz düşünülemez. Babacan’ın dediği gibi ekonomi de çok zarar görür:
“Gerçek anlamda bir hukuk devleti olduğumuzu ortaya koymadıktan sonra iş dünyamızda da güven konusunda kuşkusuz endişeler olacaktır. Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu mutlaka ortaya koymamız lazım.”
Elbette “gerçek anlamda hukuk devleti”nde paralel yapılanmalar da olamaz, yürütme erki, soruşturmalar üzerinde bırakın yönlendirmeyi, etkili bile olamaz.
Ne yapmalı? Uzun mesele...
Hükümet kendi içine kapanmayı bırakmalı, hukuk akademiyası ve yüksek yargıdan görüş almalıdır... Soruşturmaları engellediği izlenimi veren davranışlardan sakınmalıdır...
Anayasa Uyum Komisyonu’nda politikacılar kavga ederken, partilerin teknik hukukçuları çözüm üretmişlerdi. Şimdi de partilerin teknik hukukçularıyla yüksek yargı temsilcilerinden oluşan uzman bir komisyon yargı yönetimi üzerinde çalışmalı, öneriler getirmelidir.
Yargı reformunu siyasi kavgaların dışında ele alamazsak, korkarım ileride çok pişman oluruz.
Paylaş