Paylaş
Siyasi bir durumu böyle geometrik kelimelerle ifade etmek hoş bir buluş!
Akıllıca olduğunu da düşünüyorum, çünkü böyle “paralel yapı” filan diye tarif ettiğiniz zaman kendinizi bir anda temize de çekebiliyorsunuz.
“Biz paraleldik, uzayın sonsuzluğuna doğru yollarımız hiç kesişmedi” iması da yapmış oluyorsunuz. Memleketin öğretmenleri az dil dökmediler bunu hepimize belletmek için, o nedenle hepimiz anlıyoruz ki yolları kesişmemiş.
Oysa durumları paralel filan değildi, tam anlamıyla “kesişen kümeler” tanımına daha çok uyuyorlardı.
Devamlı okuyucular hatırlarlar, burada bazı soruları her pazartesi sordum ama ilgili ve yetkili kişilerden bir yanıt alamadım.
Bu sessizliğin, şüphelerimi haklı çıkaran bir durum olduğuna karar verdiğimi yazmış ve soruları da kesmiştim.
Ancak şimdi bu “paralellik” meselesi ortaya atıldı ve benim de merakım yine canlandı.
Mesela Bülent Arınç’a suikast iddiasını ele alalım!
Hatırlayacaksınız polis Arınç’ın evinin yakınında bazı subayların içinde bulunduğu bir otomobili çevirmiş, subayların Arınç’ın evinin krokisinin çizili olduğu bir kâğıdı yutmaya çalıştıkları ama polisin bu konuda da bir destan yazarak, kâğıdı yutak borusundan çekip çıkardıkları ileri sürülmüştü.
Bu işin sonu, ordunun “kozmik odasının” yargıç marifetiyle aranmasına kadar da varmıştı.
Şimdi merak ediyorum: Bu olay da “paralellerin” bir kurmacası mıydı? Kozmik odaya kadar girip, “Bakalım içinde ne var, ne yok” demek için mi tezgâhlanmıştı?
Bu bir tezgâh olduğu için mi, aradan bunca yıl geçti, Arınç’a suikast iddiasında bir gelişme meydana gelmedi?
KPSS sorularının çalınması da bu açıdan kuşku verici. Bir çete soruları elde etti ve yurt çapında belirlenmiş değişik isimlere verdi ki hepsi sınavı kazansın.
Tipik bir “gizli örgüt” faaliyetiydi ama Başbakan’ın emrine rağmen ne MİT ne de polis bir sorumlu bulup, savcının karşısına dikebildi.
Yoksa bu da bir “paralel” faaliyet miydi? O vakitler kesişen kümeler halinde oldukları için “Paralel yapıya zarar gelmesin” diyerekten mi olayı örtbas etmeyi seçtiler?
Başbakan’ın manidar zamanlaması
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, reklamcı deyişiyle “teaser” yaptı. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na “Sarıgül klasörünü açıkla, yoksa ben pazar günü açıklayacağım” dedi.
Dün bu yazıyı yazdığım saatte de “teaser” yapmayı sürdürüyordu, “Az sonra açıklayacağım” diyordu.
Doğrusunu isterseniz ne açıklayacağını merak etmekle birlikte, çok da önemsemiyorum.
Önemsemememin nedeni hırsızlar arasında ayrımcılık yapmam değildir.
Bulunduğu makamı kullanarak şahsi çıkar sağlayan her kimse gözünün yaşına bakılmadan cezalandırılmasından yanayım.
Ama bu Sarıgül durumunda bir tuhaflık var.
Başbakan, paralel yapıyla kavga ettiğinden beri bazı savcıları, yargıçları, polisleri hiç sevmiyor, elinden gelse hepsini bir kaşık suda boğacak ama yakın zamana kadar hepsi onun için “can” idi!
O tarihte böyle yolsuzluklar tespit ettiyse, neden adalet mekanizmasını harekete geçirmedi?
Çünkü bir dönem Türkiye’nin her yerinde birçok CHP’li belediye başkanı, bir sürü yalan dolan ile hapse atılıp, mahkemeye de verilmişti.
Elinde yolsuzluklar ile ilgili sağlam belgeler olan birisi bunu “manidar bir zamanlama” için tutuyorsa, aynı suça ve ahlaksızlığa ortak olmuş sayılmaz mı?
Bugün İstanbul ve İzmir’deki yolsuzluk soruşturmaları için “neden bu kadar zaman bekledin” diye meydanlarda bağıran Başbakan, şimdi kendisinin “neden bu zamana kadar beklediğini” açıklayabilir mi?
Vatandaş dövmenin serbest olduğu ülke
TÜRK Eğitim- Sen Kayseri Şube Başkanı Ali İhsan Öztürk, trafik polislerinden dayak yedi.
Öztürk, 3 kez yeşil ışık yanmasına karşın yolun açılmamasına tepki olarak klakson çaldığını, bunun üzerine polisin, “Bakan geçiyor görmüyor musun? Seninle mi uğraşacağız lan” diyerek önce yüzüne biber gazı sıktığını, sonra da tekme tokat dövdüğünü söylüyor.
Türkiye böyle bir ülke oldu.
Eskiden de bakan geçecek, vali geçecek diye yollar kesilirdi ama bu duruma sinirlenen vatandaş, polis tarafından görmezden gelinirdi.
Şimdi görüyorlar, dövüyorlar.
Bu konudaki birincilik Başbakan’ın korumalarında, ama destan yazmaya hevesli polis sayısı da memlekette az değil.
Ve üzerinde üniforma olunca bu tür destanlar yazmak da kolay oluyor tabii.
Böyle şeyler demokrasisi az gelişmiş, otoriter yönetimlerin egemenliğindeki ülkelerde olur.
Mesela Finlandiya’da bu nedenle kimse polisten dayak yemez, zaten bakan geçecek diye yollar da kesilmez.
Bakan geçecek diye yollar kesiliyorsa, her şeyden önce o bakan kendisini seçip oraya gönderenlere göre daha üstün bir yaratık olduğunu düşünüyordur.
Bunu kendinde hak görüyordur, yollar kesilmez ise polise kızar, polis ne yapsın?
Bir de memleketin yöneticileri, vatandaşlarını döven, hatta kurşunlayan polisler için yasal takibat yapılmasını çeşitli yollardan engeller ve sahip çıkarsa polisin ne yapacağı da bellidir: Vatandaş dayak yer!
Üçüncü sınıf demokrasilerde yaşayan vatandaşların kaderi budur.
Paylaş