Paylaş
Benim ölçülerime göre “şahane” sayılması lazım gelen Gayet isimli bir oyuncuya âşık olmuş, motosiklete atladığı gibi kadının evine gitmiş, oralarda gazetecilik hâlâ yaşayan bir meslek olduğu için de fotoğraflanmış.
Doğrusunu isterseniz siyasetçinin böylesini severim. Bir kadına âşık olmuş, âşık olmadıysa bile deyim yerindeyse “bayılmış” ve peşine düşmüş.
Ama yine de bu meselede anlayamadığım bir konu var.
Çünkü Hollande’ın Valerie isimli bir başka şahane sevgilisi var.
Evlenmemişler, birlikte yaşıyorlar.
Dolayısıyla işin içine belediye ve medeni kanun girmediği için, bir başka kadını beğendiğinde kolaylıkla bunu söyleyebilir, “Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” diyebilirdi.
Evli olsaydı, boşanma süreçleri uzayabilirdi, bunun için bir “ihanet” tablosu söz konusu olabilirdi.
Ama evli değildi, Valerie’ye şöyle söyleyebilirdi: “Tatlım, sen benden daha iyilerine layıksın, ben başka bir kadına tutuldum, elveda!”
İnsan sevgilisini aldatabilir mi, onunla ilişkisini sonlandırmadan bir başka aşkın peşine düşebilir mi?
Bu pek kabul edilebilir bir durum sayılmaz.
Valerie’nin bu durumda hastanelere düşmesini anlayabiliyorum.
Fransız olduğu için hastanelik oldu tabii, Türk olsaydı, sorunun üzerine daha cesaretle gidebilirdi.
“İçin için yanıyor, yanıyor bu gönlüm” şarkısı eşliğinde, iki arkadaşını da karşısına alır, biraz yer içer, bu nedenle ruhu biraz daha kararmış olsa da ayakta durabilirdi.
Şekip Ayhan Özışık’ın bu muhayyer kürdi şarkısı, terk edilen her âşığın duygularını anlatır aslında.
Bir yandan gönlün için için yanar, diğer yandan da kendini teselli etmek istersin: “O çok güzeldi ama yalancının biriydi!”
Terk edilmek kötüdür, yetişkinler bunun ne anlama geldiğini bilirler.
Hele söylenecek son söz söylenmemiş, gidilecek son yere gidilmemiş, birlikte içilecek o son kadeh içilmemişe!
O son öpücük verilmemiş, birbirlerine son kez sıkı sıkıya sarılmamışlarsa.
Bunlar önemli şeylerdir.
Birçok anlamsız şeyi birlikte paylaştığın bir kadının ya da erkeğin yokluğu içinde bir büyük boşluk demektir.
Bunu da şimdi “kotasyon” kitaplarına benim imzamla girsin diye yazıyorum: Aşk dediğin şey de anlamsızlıklara bir ortak anlam verebilmektir!
Başkası için hiçbir anlam ifade etmeyen bir duruma, olaya birlikte gülebilmektir.
Aklı başında bir insanın şaşkın gözlerle bakacağı bir mesele karşısında düşündüğün şeyi, sadece bir bakışla onun da anlayabildiğini bilebilmektir.
Aşk güzel bir şeydir.
Aşkın “Adem ile Havva’dan kalan eski bir yalan” olduğunu anlatan şarkılara kanmayın.
Aşk, yalan değildir, yalanlarla ilerlemez, büyümez, insanı avucunun içine alamaz.
Her sabah dilimde bir şarkıyla uyandığımı yazmıştım, dikkatli okuyucular hatırlayacaktır.
Geçen gün şu şarkıyla uyandım: Artık bülbül ötmüyor, gül dolu penceremde!
Bu şarkıyı en son dinlediğimde çocuktum.
Hayatımın en önemli kadını rahmetli anneannem, kardeşlerimle beni bir Türk filmine götürmüştü ve filmin şarkısı da buydu. Galiba filmin adı da “boş kalan çerçeve” gibi bir şey olmalı, çok zaman geçti hatırlayamıyorum.
İsmet Nedim Saatçi’nin muhayyer kürdi şarkısı bu da, tesadüf işte!
“Artık bülbül ötmüyor, gül dolu penceremde / Yalnız hatıran kaldı, boş kalan çerçevede / Aşkların en güzelini, çılgınca sevenini; / yalnız sende bulmuştum; yalnız senin olmuştum. / Son defa seyredeyim o yaşlı gözlerini.”
“Boş çerçeve” bir aşk ilişkisinde ihmal edilmemesi gereken bir şeydir.
İlerleyen yıllarda kendini nasıl bir fotoğraf içinde görüyorsun?
O fotoğrafın içinde kalabilmek için neleri feda ettin?
Evet, belki o fotoğrafta tebessüm ediyor da olabilirsin. Bu “acı bir tebessüm” müdür, Mona Lisa tebessümü mü?
O fotoğrafta öylesine tebessüm etmek yerine ağız dolusu gülmeyi tercih eder miydin?
Kaçırdığın şey nedir?
Öff, canım sıkıldı, burada kesiyorum, Hasan Cemal’in anlattığı dağ hikâyelerini dinlemek, bütün bunları düşünmekten daha eğlenceli!
Paylaş