Paylaş
Diyor ki: “AB ülkelerinde, HSYK ile ilgili oturmuş bir sistem yokken, her ülke kendine ait bir düzenleme yaparken, Türkiye’nin HSYK düzenlemesi ile ilgili beyanatta bulunmak kimsenin haddi değildir. AB’nin müktesebatına dair tespitler, kusura bakmasınlar bize yutturacakları bir şey değil.”
Başbakan’a hatırlatmak isterim ki “yutturmak” fiilini bugünlerde çok kullanmasa iyi olur. Baksanıza, bütün cemaatçiler Emniyet teşkilatını ele geçirdiklerini Başbakan’a yutturmuşlar çünkü.
Başbakan’ın AB müktesebatı ile ilgili sözleri, aslında Avrupa Birliği hedefinin de artık iyice geride kaldığını gösteriyor.
Tam üyelik müzakerelerinin esası da zaten bu müktesebata uyum meselesi değil midir?
Madem “uyum” yok, o zaman üyelik hedefi de yok demektir. Şunu diyebilir miyiz acaba: Başbakan “AB’ye gireceğiz” sözünü liberallere iyi yutturmuş!
Son günlerde en çok kullandığı sözlerden biri de bu: Haddini bil!
Bir başöğretmen edasıyla herkese dersini vermeye çalışıyor.
Demokrasiyi içine iyice sindirmiş bir liderin ağzına asla almayacağı bir söz bu: Haddini bil!
Çünkü demokraside insanların hadlerini kendileri bilirler, kendileri tayin ederler.
Ama o istiyor ki bir çizgi çizsin ve kimse o çizginin üstüne geçmesin!
Onun gibi söyleyeceğim, kusura bakmasın ama bu daha çok diktatörlerin ağzına yakışacak bir söz!
Usta yüzüne gözüne bulaştırmış!
BU iş giderek bir Temel fıkrasına dönüşüyor.
Hükümet, 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu’nun ardından, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde her gün yeni tayinler yapıyor.
Dünkü haberlere göre Emniyet Genel Müdürlüğü’nde çok sayıda personelin görev yeri değiştirilmiş. Polis ve sivil memurlar, nerede görevlendirildiklerini öğrenmek isteyince bilgisayarlar aşırı yüklenme nedeniyle kilitlenmiş.
Sadece dün 500 personelin görev yeri değiştirilmiş.
Daha da komiği 17 Aralık operasyonunun hemen ardından Ankara’da emniyet müdür yardımcısı görevine getirilen 3 müdürün yeniden görevden alınması.
Demek ki önce “Bunlar bizden, göreve getirelim” demişler, 15 gün sonra ayılmışlar “Yok bunlar bizden değil, görevden alalım” diye karar değiştirmişler.
Geçen gün Zaytung’da şöyle bir “son dakika” haberi vardı:
“Geçtiğimiz hafta Yozgat Emniyet Müdürlüğü’ne atanan Süleyman Narence, yeni göreviyle ilgili ilk basın açıklamasını bu sabah atandığı Trabzon Defterdarlığı’nda yaptı.”
Cennet vatanımızda artık neredeyse her şey bir Zaytung haberine dönüştü, gerçek neydi, şaka hangisiydi, birbirine karışıyor!
Hükümetin, Fethullah Gülen cemaatine karşı Emniyet’te giriştiği temizlik harekâtının çapı gösteriyor ki memlekette sadece polislik mesleğini icra edenlerin sayısı, bir grup adına polislik mesleğine girenlerden daha az!
Ve bu tabloyu “usta” yarattı!
O kadar usta, o kadar usta ki, koskoca Emniyet Müdürlüğü paralel devletin bir organı haline gelmiş, bunu ancak fark edebiliyor!
İşin ucu kendi adamlarının yolsuzluklarına dayanmamış olsaydı bunu fark edebilecek miydi, orası da meçhul.
Artık kesin olarak söyleyebiliriz ki “usta” bu işi yüzüne gözüne bulaştırmış, çırakların yapmayacağı hataları yapmış, ama hâlâ konuşuyor.
Bu yılın gazetecilik ödüllerinden bir tanesinin artık bir polis–adliye muhabirine gideceği de kesin gibi!
Hangi gazeteci, Emniyet’te kaç polisin görev yerinin değiştiğini tam olarak tespit edebilir ve sayıyı da doğru olarak yazabilirse ödülün kesin sahibi olacaktır, genç meslektaşlarımı uyarmış olayım!
Yeniden yargılama gerekmiyor mu?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün nefret ettiği savcı Zekeriya Öz ile birlikte “Ergenekon savcılığı” yaptığı günlerde, soruşturmalardaki hatalara, sanıkların lehlerindeki delillerin saklanmasına, savunma hakkının kısıtlanmasına, gece yarısı baskınlarına, nasıl bulunduğu belli olmayan CD’lere, polisin sızdırdığı gerçekliği kuşkulu bilgilere itiraz ettiğimizde şu suçlamayla karşılaşıyorduk:
“Ergenekon soruşturmasını itibarsızlaştırmak!”
Kanunlarda yazılı olmayan böyle bir suç icat etmişlerdi.
Bunu bir Demokles’in kılıcı haline getirmiş, hepimizin başının üzerinde sallayıp duruyorlardı.
Savcının, bir suç örgütünü ortaya çıkarmak için başlattığı soruşturmayı giderek tüm muhalifleri hapse tıkmaya yönelik bir torba dava haline dönüştürdüğünü yazdığımızda da “Ergenekoncu” oluyorduk.
Şimdi bakıyorum, savcı Zekeriya Öz ve iş arkadaşları ile ilgili olarak bizler geçmişte ne söylüyorsak, Başbakan ve onun ağzına bakan adamları da aynı şeyleri söylüyorlar.
Soruşturmanın gizliliğinden, yasadışı dinlemelerden, üretilen sahte delillerden bahsediyorlar.
İşte tam bu noktada biraz durup nefes almalarında yarar var.
Savcı Öz ve büyük davaları yürüten arkadaşları, bugün bunu yaptıysa, geçmişteki büyük davalarda yapmamış olabilirler mi?
Yaptıklarını biliyoruz.
Sanıkların lehlerine olan delillerin saklandığını biliyoruz mesela.
Sanıkların avukatları, Adli Emanet’e kaldırılan delilleri tesadüfen bulamamış olsalardı, bunlardan haberimiz olmazdı.
Ama buldular.
Balyoz planına temel belge teşkil eden CD’de yazılı bilgilerin, o tarihte kayıt edilmiş olamayacağını, o tarihte bazı kamu kuruluşlarında çalıştığı iddia edilen kişilerin hiç olmadığını o zaman öğrenmiştik.
“Terör örgütü” diye tanımladıkları örgütün, şiddetle tek bağlantısını kurmak için “Osmanım” diye hitap ettikleri gizli tanık ile pazarlık ettiklerini de öğrenmiştik.
Şike davasında polisin kamuoyunu etkilemek için sızdırdığı birçok belgenin sonra dava dosyasında bile olmadığını görmedik mi?
Bütün bunları biz biliyorduk, öyle görünüyor ki Başbakan biraz geç öğreniyor ama olsun sonunda öğrenmiş.
Bu tablo, dürüst savcılar ve yargıçlarla davaların yeniden görülmesini gerektirmiyor mu?
Paylaş