Paylaş
“17 Aralık, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.”
Bu sözü “cımbızladım” çünkü Başbakan’ın bu sözünün önünde ve sonunda söyledikleri hep bildiğimiz şeylerin tekrarından ibaret!
Meselâ şöyle diyor: “Bilgilendirme gereken sorumlular bilgilendirilmiyor. Yargı ve emniyet içindeki bir örgüt, tamamen gizli olarak yürüttükleri soruşturmaları, seçimlere 3.5 ay kala, manidar bir zamanda düğmeye basıyorlar.”
Bizim yasalarımızda böyle bir bilgilendirme yapılması zaten gerekmiyordu, çünkü hazırlık soruşturmaları tanımı gereği gizlidir, kimseye haber verilmesine, izin alınmasına gerek yoktur.
Onun için “cımbızladığım” cümleye döneceğim ve Başbakan’a katıldığımı söyleyeceğim, 17 Aralık tarihi Türkiye’nin demokrasi ve hukuk tarihine bir kara leke olarak geçti!
Asla silinmeyecek, unutturulamayacak, on yıllar sonra bile bugünkü siyasi aktörlerin isimlerini duyduğumuzda yüzümüzü kızartacak olaylar silsilesi!
Hatırlayalım, 17 Aralık’ta ne oldu?
Bir kamu bankasının genel müdürünün evinde ayakkabı kutularının içine istiflenmiş 4.5 milyon dolar çıktı.
Bir bakanın oğlunun evinde boyum büyüklüğünde altı kasa ve kasaların içine istiflenmiş 1 milyon 200 bin lira çıktı.
Bir bakana, bir işadamının 700 bin lira değerinde saat hediye ettiğini öğrendik.
Bir bakanın işyerine elbise torbaları ve bavullar içinde paralar yollandığını öğrendik.
Bir bakanın adının kısaltılmış haliyle bir rüşvet listesinde yer aldığını gördük.
Şehircilik Bakanı’nın bizzat Başbakan’ın talimatlarıyla imar planlarını değiştirip, bazı müteahhitlere rant sağladığı ortaya çıktı.
Hükümetin, bu rezilliğin üstünü örtmek için adli kolluk yönetmeliğini değiştirmeye kalkıştığına, savcıları görevden aldığına, operasyonda görevlendirilen polislerin sürüldüğüne tanıklık ettik.
Gerçekten kara bir lekeydi, hiç silinmeyecek bir leke!
Normal olarak medeni bir memlekette böyle bir hükümetin istifa etmesi gerekirdi, onu yapmadıkları gibi bir de yolsuzlukları örtbas edebilmek için Anayasa’yı çiğnemeyi bile göze aldılar.
Polisler savcıların, mahkemelerin talimatlarını dinlemedi, anayasal düzene darbe yapıldı.
Savcılık makamının, bu iğrenç yolsuzluk ve rüşvet ağını üç yıldır takip ettiğini ama 17 Aralık tarihine kadar kılını bile kıpırdatmadığını da öğrendik.
Adalet adamlarının kanunları, adaleti ve hukuku üstün kılmak için değil, dar grup hesapları için kullandığına tanık olduk.
17 Aralık adalet sistemimiz için de bir kara leke olarak tarihe geçecek.
Bu tarihi hiç unutmayacağız: Tefessüh etmiş siyaseti, rayından çıkmış adaleti, oyuncak olmuş hukuku hatırlayacağız!
Herkes birbirini izlemiş!
FETHULLAH Gülen’e ait olduğu ileri sürülen ses kayıtları internette yayınlandı.
Bu kayıtlar gerçekten Fethullah Gülen’e mi aittir, benzeri bir ses midir, benim bilebilmeme olanak yok.
Ama konuşmaların içeriğine bakınca, duyduğumuz sesin kendini dine ve “hizmete” adadığı söylenen bir din adamına ait olduğundan ciddi olarak kuşkuya düşüyorum.
Öyle değişik konular konuşuluyor ve öyle talimatlar veriliyor ki adeta bir örgüt lideri konuşuyor diye düşünüyorsunuz.
Eğer bu kayıtlar gerçekten Fethullah Gülen’e aitse, polisin ve savcının elinde bir örgüt davası açmak için çok fazla şey var demektir.
Unutmayalım ki bu ülkede saçlarını aynı tarz kestirdi diye gençlere gizli örgüt suçlaması yapıldı, yargılanıyorlar, yatacakları hapis de ekstrası!
Tabii bu ses kaydı “yasal yollardan” elde edildiyse!
Bana öyle geliyor ki kayıtlar da yasal değil.
Eğer yasal olmuş olsaydı, şu ana kadar bunun gereklerinin çoktan yerine getirilmesi gerekirdi.
Ama hiçbir şey olmadı. Ya kayıtlar yasal değil, yasalsa da ortaya çıkması için hükümet ile Cemaat’in birbirine düşmesi gerekti.
Bu da ortaya koyuyor ki taraflar hem birlikte işler çevirmişler hem de bir yandan “kara gün” için birbirleri hakkında istihbarat toplamışlar.
Demek ki AKP iktidarının “ileri demokrasisi” böyle bir şey!
İktidar mücadelesinde her şey mubah, herkes birbirini dinliyor, dosyalıyor. Ve yaptıkları için de asla utanmıyorlar, aynı pişkinlikle, aynı şeyleri söylemeye devam ediyorlar.
Gerçek adaleti arayan kim?
HÜKÜMETİN “bozulmuş yargı sistemini düzeltmek için” bulduğu yol, yargıyı daha çok siyasallaştırmaktan başka bir sonuç vermez.
Önce Anayasa’ya aykırılığı açık olan bir düzenlemeyle HSYK’yı Adalet Bakanı’na bağlamak istiyorlardı, şimdi de “RTÜK modeli” ile seçecekleri bir HSYK yaratma peşindeler.
İktidara gelen, tıpkı RTÜK’te olduğu gibi HSYK’yı istediği gibi biçimlendirecek.
Demokratik uzlaşma kültürünün gelişmediği, çatışmacı bir anlayışın hâkim olduğu ülkede yargı daha da siyasallaşacak demektir.
Oysa yargı sistemimizi düzeltmek için izlenebilecek çok daha kolay yollar var.
AİHM kararlarına aykırı kararlar veren yargıçların ve o davaların iddianamelerini yazan savcıların, AİHM’nin vereceği cezalardan şahsen mesul olmalarını sağlayacak bir düzen, bugünkü dertlerimizin önemli bölümünü bitirebilir.
Yargıda yükselmeyi, yüksek mahkemelerden geri dönen ya da onaylanan kararları temel alan tümüyle şeffaf bir sisteme bağlamak da etkili olacaktır.
Özel yetkili mahkemelerin yargılamalarında gördüğümüz türden savunma hakkını kısıtlayıcı tutumları düzeltmek de etkili olacaktır.
Unutulan şey şu ki, bugün adalet sistemimizden kaynaklanan sorunlar sadece Balyoz, Ergenekon, KCK gibi büyük siyasi davalar için değil, en sıradan suçun yargılandığı davalar için de geçerlidir.
Hükümet, HSYK’yı değiştirerek Cemaat ile mücadelesinde belki ilerleme sağlayabilir, yolsuzluk soruşturmalarını örtbas edebilir ama bütün bunlardan gerçek bir adalet çıkmaz!
Şimdi diyeceksiniz ki, “Gerçek adaleti arayan kim”? Haklısınız!
Paylaş