Paylaş
Çünkü TBMM’deki çoğunluk, parti disiplini kisvesi ardına saklanmış bir tek adamın işaretine bakar.
Recep Tayyip Erdoğan’ın bir işareti ile istedikleri kanunları çıkarabilirler, o kanunun Anayasa’ya uygunluğu, o kanunun Türkiye’yi yepyeni bir rejim krizinin içine sokabileceği umurlarında olmaz.
Tek dertleri vardır, partinin yöneticisinin gözüne girmek, böylece gelecek seçimlerde listedeki yerlerini garanti etmek.
Onun için Anayasa’ya açıkça aykırı bu kanunu çıkarmakta tereddüt etmeyeceklerdir.
Başbakan da, onun yeni Adalet Bakanı da gayet iyi biliyor ki bu kanun Anayasa’ya aykırıdır ve Anayasa Mahkemesi’nden dönecektir.
Ama onlar için bunun bir önemi yok. Kanun yayınlanınca istedikleri düzeni kuracaklar, Anayasa Mahkemesi kanunu iptal etse bile yenisi çıkana kadar o düzenleme yürürlükte kalacak.
Çünkü acil programları öncelikle yolsuzluk soruşturmalarının önünü kesebilmek!
Ne Anayasa umurlarında, ne de bir demokrasinin olmazsa olmaz koşulu güçler ayrılığını takıyorlar.
Kanunu çıkaracaklar ama acaba Cumhurbaşkanı onaylayarak, hesapladıkları planlamanın yürümesine izin verecek mi? Şimdiki soru budur!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, şimdi kendi kişisel ikbali ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasını korumak arasında bir tercih yapacak.
Recep Tayyip Erdoğan’ın şimşeklerini üzerine çekmeyi göze alabilecek mi, yoksa siyasi geleceğini Erdoğan ile çatışmadan sürdürebilmenin hesapları içinde mi olacak?
Gerçi bulunduğu makam, bu tür hesapları kaldırmaz ama siyasette “kişisel ikbal” bizim gibi ülkeler için önemli bir saiktir!
Bu da Apo’nun komplo teorisi
ABDULLAH Öcalan, kendisini İmralı’da ziyaret eden BDP heyetine, rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasıyla ortaya çıkan rejim krizi ile ilgili değerlendirmeler yapmış.
Milliyet’te Aslı Aydıntaşbaş’ın yazdığına göre, Öcalan da tıpkı Başbakan Erdoğan gibi yolsuzluk operasyonunun bir “darbe” olduğuna inanıyormuş.
Öcalan’a göre “uluslararası lobiler”, hükümeti devirmek isteyen “paralel devletin” arkasındaymış.
Bu lobileri de şöyle tanımlıyormuş:
“Londra merkezli bir sermaye grubu, Yahudi lobisi, Chicago’daki sermaye grubu ve Utah’daki akademi.”
Demek ki ona göre banka genel müdürünün evine ayakkabı kutularında milyon dolarlar koyan da, eski bakanın oğlunun evine milyon lira koyanlar da, bakana 700 bin liralık saat alanlar da, bakanlara cepleri para ile doldurulmuş gıcır takım elbiseleri hediye edenler de bu lobiler olmalı.
Öcalan’a göre bu Utah’daki akademide planlanmış, cemaat marifetiyle de uygulamaya sokulmuş!
Merak ettim, İmralı’ya giden BDP heyetinde yer alanlardan biri şöyle bir soru sormadı mı:
“Apo Bey, görebildiğimiz kadarıyla bu hücreden dışarı çıkamıyorsunuz. Telefonunuz, bilgisayarınız da yok. İzlemenize izin verilenler dışındaki kanalları da televizyondan izleme olanağına sahip değilsiniz. Bütün bu bilgileri nereden aldınız? Londra ve Chicago’daki sermaye gruplarının, Yahudi lobisinin bu işin içinde olduğunu size kuşlar mı söyledi, İmralı sahillerini döven dalgalar mı?”
Selahattin Demirtaş gibi aklı başında bir politikacı bile gazetecileri karşısına toplayıp bu iddiaları ciddi ciddi anlattığına göre belli ki kimse bunu sormamış.
Merak ediyorum, günün birinde “akıl” Türkiye’de siyasete hâkim olacak mı?
Halkbank feryat ediyor dinleyen yok
RÜŞVET ve yolsuzluk operasyonunda Halkbank Genel Müdürü’nün evinde ayakkabı kutuları içine istiflenmiş 4.5 milyon dolar çıktığından beri hükümet çevreleri ve yandaş medya aynı türküyü söylüyor:
Halkbank’ı hedef aldılar, bankanın gizli bilgilerine el koydular, Halkbank üzerinden ekonomimizi zor duruma düşürmek istiyorlar vs.
Bizler de bu köşelerde yazıyoruz ki “Ne alakası var”? Paraların banka genel müdürünün evinden çıkmasıyla, bankaya yönelik yıkıcı faaliyetler arasında nasıl bir ilişki olabilir?
Soruşturmanın banka ile ilgili olmadığını, kişisel olduğunu banka da açıkladı, ilgili bakan da ama hâlâ aynı şeyi söyleyip duruyorlar.
Nitekim Halkbank’tan dün bir açıklama daha yapıldı, şöyle deniliyor:
“Adli makamlar tarafından yürütülen bir soruşturmanın bankamız faaliyetleri ile ilgisi olmadığı ilgili otoriteler tarafından ifade edilmesine rağmen, son günlerde medyada bankamızla ilgili birtakım kasıtlı, hatalı, yanlış, eksik, yanıltıcı, haksız haber ve yorumların yapılmaya devam edildiği görülmektedir. Bu çerçevede bu tür haber ve yorumlara kaynaklık edenler, bu haber ve yorumları yapan ve yayanlar hakkında, Bankacılık Kanunu başta olmak üzere yasaların Bankamıza verdiği tüm hakları kullanacağımız hususundaki kararlılığımızı kamuoyunun bilgisine sunarız.”
Banka yöneticilerini ben buradan uyarmış olayım, bu suç duyurusuyla Başbakan hakkında soruşturma başlamasına neden olursanız, “paralel devlet” suçlamasıyla karşılaşmaya da hazır olun.
Paylaş