Paylaş
O irkiltici, yukarıdan bakan, durmadan aşağılayan, korkutan, ezen, üvey evlat muamelesi yapan ve suçlayan üslup hâlâ kulaklarımda.
O yüzündeki savaş, nefret, intikam dolu ifade hâlâ gözümün önünde.
* * *
Öteki tarafa Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yılbaşı konuşmasını koyuyorum.
O üslup hâlâ gözümün önünde...
Sakin, Türkiye’yi bölmek değil birleştirmek isteyen, kimseyi ötelemeyen, ötekileştirmeyen bir konuşma.
* * *
Onların yanına Ahmet Hakan’ın dünkü yazısını koyuyorum...
Endişelenmiş, ülkesini seven, yapılan haksızlıkların farkında ve birilerinin bir şeyler yapması gerektiğini anlatan içten bir yakarış yazısı...
Biliyorum, eşim Tansu dahil, çevremde herkesin altına imza atacağı bir yazı.
Buna rağmen diyorum ki:
“Ahmet Hakan sana hiç katılmıyorum...”
-Cumhurbaşkanı diyor ki:
BİR: Yargı bağımsızdır.
İKİ: Devlet içinde paralel devlet olmaz.
-Ahmet Hakan da diyor ki:
“Birinci cümleniz iktidar karşıtlarına, ikinci cümleniz ise iktidar yanlılarına atılmış plastik bir çiçektir.”
-Ben de diyorum ki:
“İnsaf edelim...”
Bir Cumhurbaşkanı daha ne yapabilir?
Göreve geldiği günden beri:
-HİÇ OLMAZSA: Tarafsız davranmaya büyük özen gösteriyor.
-HİÇ OLMAZSA: Her iki tarafa da söylenmesi gereken en önemli iki şeyi söylüyor.
-HİÇ OLMAZSA: Yürütmeyi engelleme gibi bir tavra girmiyor.
-AMA Her konuşmasında Yürütme’nin, kuvvetler ayrımı ilkesine saygı göstermesinin demokrasinin olmazsa olmaz gereği olduğunu hatırlatıyor.
* * *
-ÜSTELİK: Her iki taraf da, manasını, ne kastettiğini anlamadığımız İslami kavramlarla birbirine taarruz ederken...
Her iki taraf da, İslam’ın güzel kavramlarını birer savaş baltası haline getirirken...
-CUMHURBAŞKANI konuşmalarında, uyarılarında İslamiyet’in kavramlarını siyasetine alet etmiyor.
O güzel kavramları günlük bir belagat uğruna yakmıyor.
İslam’ın herkes için geçerli güzel kavramlarını, savaş baltası haline getirmiyor.
Devletin laik dilini kullanıyor...
* * *
O yüzden diyorum ki...
Cumhurbaşkanı’na haksızlık etmeyelim...
Bırakalım da devletin bütün kurumlarının ayaklar altına alındığı, kuvvetler ayrımı prensibinin kullanılmış kâğıt mendil gibi çöp tenekesine atıldığı, Anayasa’nın en temel kurallarının her gün ihlal edildiği şu günlerde...
Devletin üst tarafında bir kişilik ve bir kurum, herkese eşit mesafede kalabilsin.
Bırakalım hiç olmazsa Cumhurbaşkanı bu kirli savaştan üstü başı kirlenmeden çıkabilsin ve hâlâ tutunabileceğimiz bir dal olarak kalsın.
Cumhurbaşkanı bence görevini layıkıyla yapıyor ve ondan daha ileri tavır beklemek doğru değil.
Duymak istediğimiz birkaç güzel şey
DÜN akşamüzeri saatlerinde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç aradı.
Akhisar’la ilgili yazım dikkatimi çekmiş. Bana çok samimi duygularını anlattı.
Bu olaydan hiç haberleri olmamış, sonradan öğrenmişler.
“Bu tür protestolara alışmamız lazım. Bunlar teröre dönüşmedikçe, demokratik hayatın normal karşılanması gereken şeyleri. Üniversitelere gidiyoruz, oralarda da protestolar oluyor. Hanımefendi’ye yapılan müdahale yanlış olmuş” dedi.
Bu arada Akhisar’la ilgili yaptıkları güzel işi de anlattı.
İlçenin ortasından geçen demiryolu 50 milyon lira yatırımla şehir dışına alınıyormuş.
Böylece demiryolunun ikiye böldüğü şehir birleşecekmiş.
Kulağımız böyle güzel sözleri duyunca umudumuz artıyor.
İnşallah yaşadığımız son olaylar, her taraftaki üslubu ve yaklaşımları böyle yumuşatır.
Uçaktan inenler uçaktan düşenler
1990’lı yılların sonuydu.
Dönemin başbakanı yayınlarını beğenmediği Sabah gazetesini uçağına almamaya karar vermişti. Yanılmıyorsam Roma’ya veya Floransa’ya gidiyorduk. Uçakta Başbakan’a şunu söyledim:
“Bir daha Sabah gazetesini uçağa almazsanız, ben de gelmiyorum...”
Devam ettim:
“Çünkü onun itibarını değil, bizimkini düşürüyorsunuz...”
Başbakan’ın uçağına bakıyorum...
O uçaktan bugüne kadar kimler indi...
Hasan Cemal artık yok... Ferai Tınç, Enis Berberoğlu, Ekrem Dumanlı, Fikret Bila yok..
Çevresine bakıyorum..
Mesela bir Cüneyt Zapsu’yu göremiyorum.
Gazeteciler ve danışmanlar için uçaktan inmek insanı düşürmez.
Ama bazen insan o uçakta gittiğini sanırken düşmeye başlar...
Gazeteciler için asıl felaket işte odur...
Bu dönem bir gün geçecek.
O zaman göreceğiz...
Medyada kimler uçağa binmeden yukarılarda kalmış, kimler uçaktan indirildiği halde, hâlâ yükseklerde... Kimler paraşütle atlayabilmiş...
Kimlerse bir paraşüt bile bulamayıp yere çakılmış.
Bisküvi ne zamandan beri devlet sırrı oldu
DEVLETİN çivisi çıktımı, oradan çıkan çivi, ülkenin tabutuna çakılır. Şu manzaraya bir bakın...
Müflis bir dış politikanın yerlerde sürünen trajik halini seyrediyoruz.
Yerlerde sürünüyor ama hâlâ inatçı...
Bütün dünyanın gözünün Türkiye üzerinde olduğu...
Dünyaca ünlü birçok gazetenin, sivil toplum kuruluşunun Türkiye’yi Suriye’de “terörist örgütlere silah yardımı yapmakla” suçladığı bir dönemde, esrarengiz bir TIR, devletin nezaretinde sınırı geçmeye tevessül ediyor.
Devletin savcısı durdurup aramak istiyor...
“Yukarıdan gelen bir emirle” savcı durduruluyor.
TIR’ı durduran güvenlik görevlileri anında alınıyor.
Ve yukarılardan biri, bizimle alay eder gibi açıklama yapıyor:
“TIR’dakiler devlet sırrıdır...”
Yahu siz değil misiniz, TIR’ın içinde “insani yardımın” bulunduğunu söyleyen...
O zaman bir zahmet, vatandaşla alay etmeyi bırakıp şu sorunun cevabını verin:
“Bir kutu bisküvi, üç-beş kilo pirinç, üç-beş top sargı bezi, ne zamandan beri devlet sırrı oluyor?”
Yoksa o sargı bezlerinin içinde mumyalanmış füze başlıkları, Kalaşnikoflar var diye şüpheleneceğiz...
Paylaş