Paylaş
Savaşın iki tarafı var. Bir yanda hükümet ve iktidar partisi ile onun bütün propaganda aygıtları, öteki tarafta ise kısaca ‘cemaat’ diye adlandırılan ‘yapı’ ile onun bütün propaganda aygıtları.
Bu savaşta bir adım öne geçilmesi, minicik minicik üstünlükler kurulması veya rakibin üstünlüğünün giderilmesi uğruna hemen hemen her şey, en kutsal ve aziz bilinen şeylerden tutun da ülkenin geleceği bakımından kritik önemdeki konulara kadar her şey bir savaş aracı haline gelebiliyor.
Üstelik bu savaş gizli kapaklı da yapılmıyor; toplumun gözünün önünde, dünyanın gözünün önünde yapılıyor.
Önce bu durumu görelim: Bu bir tefessüh halidir. Meşru siyasi yollar, meşru hukuk yolları dururken belden aşağı vuruşlarla ve dolaylı, imalı, beddualı, lanetli konuşmalarla yapılan, yolsuzluktan demokratikleşmeye, eğitimden ekonomik gelişmeye kadar her önemli şeyi iktidar mücadelesinin basit araçlarına indirgeyen bu savaş, nasıl bir çürüme ve kokuşma içinde olduğumuzun, yani tefessüh ettiğimizin açık belirtileri. Geçmişte hayal edilemez türden şeyler yaşıyoruz ve bu hayal edilemez şeyleri ‘olağan’ karşılamamız isteniyor. Bizden tek istenen bu olağanlaşmanın parçası olmamız değil. Bir de bizden tarafımızı seçmemizi istiyorlar. Onlar açısından yürütülen mücadele o kadar önemli o kadar hayati ki, başka her şeyi silindirle ezip geçmeye, etrafı kırıp dökmeye hazırlar. Ya onlardan birinin yanında taraf olacaksınız ya da yok olup gideceksiniz. Başka bir yol yok sanki.
Psikolojik savaşlar, kendi doğaları gereği, sonu olmayan ve aslında kazananı da olmayan savaşlar. Bu anlamda gerçek bir savaş sayılmazlar, illa askerlik terimleriyle konuşacaksak belki onları bitmeyen muharebelere benzetebiliriz; hergün cephede bir şeyler olur, karşılıklı bombalar atılır, taraflar zaman zaman minik bazı ilerlemeler elde eder ama uzun dönemde durum çok değişmez; bu arada yüzlerce binlerce kurban verilir.
Bugün de psikolojik savaşta kısa vadeli hedef 30 Marttaki yerel seçim gibi gözüküyor. Bir yanda yolsuzluk iddiaları ortalığı kaplamış durumda; öteki taraftan da komplo iddiaları.
Bir futbol maçını veya uzaktaki bir savaşı anlatır gibi anlatmak istiyorum olan biteni ama olmuyor; çünkü gerçekte hepimizin hayatı söz konusu, çocuklarımızın geleceği söz konusu. Şu anda ülkemizin geleceği de çiziliyor bu psikolojik savaşla birlikte.
‘Yolsuzlukların üstüne sonuna kadar gidilmeli’ deniyor ama yolsuzluk soruşturması yapmaya cesaret eden herkes, bırakın adli soruşturmayı mesela İstanbul’a yapılacak yeni havaalanını eleştirmeye kalkan kişi bile ‘Casusluk, vatan hainliği, dış güçlerin hizmetinde olmak, hükümete karşı kurulan komoloya bilerek veya bilmeyerek ortak olmak’la suçlanabiliyor.
Peki ama bugün ortam buysa, yarın bizi yönetenleri nasıl denetleyeceğiz, onları hesap verebilir hale getireceğiz? Nasıl bir hukuk düzeni kuruyoruz bugün?
Veya öteki taraftan bakın: Devletteki paralel yapıyı temizlemenin yolu, toplum kesimlerini toplu halde ‘tehdit’ olarak görmek midir, yoksa devletin gücünü denetim altına alıp devleti ele geçirip güç elde etmeyi anlamsız hale getirmek midir?
Yolsuzluk Türkiye’de her zaman ciddi bir konu olmuştur; ama bugün görüyoruz ki, yolsuzluğu yapılamaz hale getirecek hukuku hala kuramamamışız; devlet ihale kanununu hala değiştirmeye devam ederek bu hukuku kurmaya niyetimiz olmadığını da gösteriyoruz ele güne. Devlette çeteleşme ve vesayet konusu da yeni bir konu değil; öteden beri şikayet edilen bir konu. Ama belli ki onun hukukunu da kuramamışız, belki de böyle bir şeyi yapmayı hiç istememiş, onun yerine o devlet gücünü ele almayı yeterli saymışız.
Bugün bu savaş yaşanıyor ülkemizde ama yarın durum değişecek mi? Yeni ve daha demokratik, daha denetime açık bir hukuk düzeni kurulacak mı?
Şüpheliyim...
Paylaş