Paylaş
Nifak ve fitne kavramlarından sonra “dua, beddua, mübahele” kavramları savaş alanına sürüldü.
İster istemez Hz. Peygamber’in vefatından yirmi beş yıl sonra yaşanan Cemel ve Sıffin savaşları akla geliyor: Bir tarafta Hz. Ayşe validemiz, öbür tarafta Hz. Ali Efendimiz... Ali’nin meşru hilafetine isyan eden Muaviye’nin, Sıffin’de Kuran sayfalarını mızrakların ucuna takarak savaşması!
Cemel savaşında 10.000, Sıffin savaşında 70.000 Müslüman yine Müslümanlarca öldürüldü!
Sünni ulema dini ölçülerle işin işinden çıkamadığı için, “içtihat farkı” deyip geçmiştir. Halbuki açıkça siyaset savaşıydı!
Bu savaşı önleyecek kurumlar yoktu; en önemlisi budur, “kurumlar”ın yokluğu ya da yetersizliği!
‘KANLI GÖMLEK’
Ben elbette Hz. Ali’den yanayım; ruhani ve manevi büyüklüğüyle de meşruiyeti temsil ettiği için de...
Fakat görmemiz gereken şudur: Bir müminler topluluğu olan o zamanki İslam toplumunda ihtilafları çözecek kurallar ayrıntılı değildi, kurumlar ya yoktu ya kökleşmemişti.
Kurallar ve kurumlar tarafından frenlenemeyen siyasi çatışmalarda, Büyük Cevdet Paşa’nın deyişiyle, Hz. Osman’ın kan davasını güdenler “kaç kişinin kanına girdiler!” Osman’ın “kanlı gömleğini” bayrak gibi sallayarak tahrik ettikleri kanlı çatışmalar Cemel ve Sıffin’den Kerbela’ya, oradan günümüze kadar uzanan büyük ve kanlı acılara yol açtı.
Çatışma kültürü, hele bir de dini heyecanla birleştirildiğinde, zihinleri daralttı, bağnazlığı da besledi. Bu konuda ilahiyatçı Mehmet Zeki İşcan’ın “Selefilik - İslami Köktenciliğin Tarihsel Kökenleri” adlı akademik eserini önemle tavsiye ederim.
NEDEN ÖYLE OLDU?
Meselenin dini yönü ilahiyatçıların konusu. Sosyolojik bakımdan, din ve siyasetin farklı fonksiyonları o çağlarda henüz oluşmadığı için, siyasi çatışmalar dini terimlerle izah edildi; hilafet, imamet, iman ve küfür sınırı, kader ve irade hürriyeti gibi büyük kelam doktrinleri, mezhepler ortaya çıktı. Bir bakıma zenginlik, fakat...
Kabile türü kültürlerin güçlü, kurumlaşmanın zayıf olduğu o çağlarda, bizde de Avrupa’da da dini yorum farklarından kan gövdeyi götürdü.
Zira çatışmaları çözecek, an azından frenleyecek ayrıntılı hukuk kuralları da, bu kuralları uygulayacak kurumlar da yoktu. Eski bir âdet olan “hakem” geleneğinin Sıffin savaşı döneminde siyasi hile ile bozuluvermesi, bunun kurumlaşmadığını, kökleşmediğini gösteren bir örnektir. Gelelim bugüne...
KURUM VE KURALLAR
Yüz elli yıllık anayasa tarihimiz var, “kuvvetler ayrılığı” gibi kurallar hukuk kültürümüze yerleşmiştir. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay gibi köklü kurumlarımız var. AİHM içtihatları bağlayıcıdır. Sistemimizin adı “demokratik, laik hukuk devleti”dir. “Yürütme” yargı kararlarına uymaya ve uygulamaya mecburdur, “yargı” da tarafsız olmaya mecburdur.
“Soruşturmanın gizliliği” sadece basından gizlemek değildir, “yürütme”den de gizlemektir! Bu gizlilik “adil yargılanma hakkı”nın zorunlu şartlarından biridir. “Etkin soruşturma”nın yapılmaması da insan hakları ihlalidir... Daha sayayım mı...
Çağımızda kurum ve kurallar mevcuttur. Siyaset, kavgalarıyla bunları ezmekten sakınmalıdır. Cumhurbaşkanı Gül’ün dediği gibi: “Yargı Türkiye’de hem bağımsız hem tarafsızdır. Demokratik hukuk devletinde böyledir. Mahkeme titiz bir şekilde dosyayı inceleyecek. Ardından tartışma ve iddialarla ilgili bir karar verecek. İşin aslını ortaya çıkaracak. Bunu herkesin beklemesi lazım.”
Paylaş