Paylaş
Mesela dün Sabah gazetesinin birinci sayfasının önemli bir bölümü teolojik bir tartışmaya ayrılmıştı.
Televizyonlardaki tartışma programlarını izlememek gibi çok beğendiğim bir huyum var ama kolayca uyku uyuyamadıkları için bütün gece televizyon başında oturan arkadaşların söylediğine göre televizyonların bazılarında da bu konu tartışılmış.
Konu şu: Fethullah Gülen, geçenlerde yaptığı geleneksel günlük konuşmalarından birinde “beddua” etti mi, etmedi mi? Ettiyse, bu İslam’a uygun mu, değil mi?
Muazzam yolsuzluk iddiaları var, hükümet soruşturmaya müdahil olmak için kanuna ve Anayasa’ya aykırı yönetmelik değişiklikleri yapıyor, Emniyet’te eski koltuğunu koruyabilen sadece birkaç müdür kalmış. Ve tartışma konumuz bu: Beddua etmek dinde var mı?
Diyanet İşleri Başkanı kükremiş mesela: “Düşmanlara bile beddua edilmez.”
İlahiyat fakültelerinden hocalar da eksik kalmıyorlar tabii, bedduanın meğerse dinde yeri yokmuş!
Bülent Arınç “BDP’li kadın milletvekillerine her gün beddua ettiğini” açıkladığında böyle bir tartışma hiç yaşanmamıştı oysa.
Demek ki bedduanın içeriğinden daha da çok, bedduayı kimin ettiği ve hedefinin kim olduğu önemliymiş! Kafasına göre bir imam bulunca ramazan ayını rahat geçiren Temel fıkrası gibi yani.
Kafana göre bir Diyanet İşleri Başkanın varsa beddua bazen serbest, bazen din dışı olabiliyor!
Madem paraları unuttuk, teoloji tartışıyoruz, tam da bu noktada cinler mevzusuna yeniden dönebiliriz gibi geliyor bana.
Hatırlayacaksınız, Fethullah Hoca şöyle söylemişti:
“Görülen odur ki istikbalin süper devletleri, birbirine karşı verdikleri kavga ve mücadelede cinleri de kullanacaklar.”
Eh şu anda da memleketin iki süper gücü çatıştığına göre cinleri kim daha etkili kullanırsa, kavgayı da onun kazanacağını söyleyebiliriz. Hükümetin aklına gelmemiş olan bir şeyi şimdi hatırlatayım o halde: Halkbank genel müdürü ile bakanın oğlunun evine milyonlarca lirayı getirip gizlice yerleştirenler de cinler olmasın sakın?
Diyanet İşleri bünyesinde bir “cin arama ve kötü niyetli faaliyetlerine engel olma birimi” varsa hemen işe koyulmalı diye düşünüyorum.
Bu teolojik tartışmalar sırasında akıl sağlığınızı korumak istiyorsanız da televizyon programlarından uzak durmanızı öneririm.
Ne süper güç ama!
HALK Bankası Genel Müdürü’nün evinden ayakkabı kutularının içine saklanmış 4.5 milyon dolar çıktı.
İçişleri Bakanı’nın oğlunun evinde 1 milyon 200 bin lira çıktı. Evin odalarından birinde neredeyse boyum kadar altı adet para kasası ve para sayma makinesi de çıktı.
Halk Bankası’nın aracılık ettiği altın ticareti nedeniyle tutulmuş bir kayıtta komisyon miktarları yazılıydı. Bu komisyonların bir bakana verildiği, bakanın ise kayıtlarda kendi adının ilk üç harfinin kod isim olarak kullanıldığını görünce sinirlendiğini de öğrendik.
Bir başka bakanın İstanbul’daki ofisine bavullar içinde para gönderildi.
Bir bakana 700 bin lira değerinde kol saati armağan edildi.
Haberler böylece sürüp gidiyor, daha neler var neler.
Ve bütün bunların ortalığa dökülmesinin nedeni Türkiye’nin ilerlemesini önlemek isteyen dış güçler ve yerli ortakları imiş! Medya (yandaş olmayanlar tabii), Amerika, İsrail, büyük sermaye, devletteki cemaatçi yapılanma vs...
Türkiye nasıl olup da dünya devlerini rahatsız edecek kadar güçlenmiş, bunu bilemiyoruz ama.
“Cari açık” deseniz patlamış. Hiç iş bulma ümitleri kalmadığı için işsizlik istatistiklerine girmeyenleri dışarıda bıraksak bile işsizlik boğazımıza kadar dayanmış.
Amerikan Merkez Bankası hapşırınca, biz rüzgârından zatürree oluyoruz.
Ekonomimiz evvel Allah çok güçlenmiş ama dolar 2 lirayı geçmiş, Euro üç liraya dayanmış. Mısır, Suriye, Irak her gün fırça atıyor.
Türk devleti, parayla beslediği silahlı güçlerin kaçırdığı bir gazeteciyi, Bünyamin Aygün’ü bile kurtarmayı başaramıyor.
Ama hükümet sözcülerine bakarsanız rüşvet operasyonunu Türkiye’nin süper güç olmasını istemeyenler fıştıklamış!
Öteki yazıdaki önerime bir ek yapacağım: Akıl sağlığınızı korumak istiyorsanız, hükümet sözcülerinin açıklamalarından da uzak durun.
Panik yaratmayalım lütfen!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, rüşvet operasyonunda ortaya saçılan rezilliklerden sonra bir kükredi, pir kükredi.
Devlet içinde devlet kurmaya çalışan oluşumlardan, inlere saklanmış çetelerden, Atlantik ötesinden emir alan işbirlikçilerden söz edip duruyor.
Yandaş medya da bu şarkıya kanon yapıyor: Dinleme cihazlarını kaçırdılar, herkesi dinleyecekler, devlet sırları açığa çıkacak, ekonomik sır kalmayacak vs.
Oysa çok değil, daha bir yıl önce odasından dinleme böcekleri çıkan Başbakan’ın çevresindekilerden “panik ve güvensizlik havası doğmasın diye konunun fazla dillendirilmemesini” istediğini hatırlıyorum.
Ne değişti de Başbakan, “bankamız batırılacak, ekonomimiz çökecek, polis darbesi yapacaklar” konumuna geldi?
Yoksa bugün “panik ve güvensizlik havası” yaratmak için çabalamalarının ardında, kutulara sığmayan paraları açıklamakta zorlanmak mı yatıyor?
Paylaş